1. Uzman
  2. Özge ENGİN
  3. Blog Yazıları
  4. Romantik İlişkilerdeki Temel Gereksinimler

Romantik İlişkilerdeki Temel Gereksinimler

Romantik ilişkilerde birtakım ortak temel gereksinimlerden söz edebiliriz. Bu gereksinimlerin karşılandığı ilişkiler, daha sağlıklı ilişkileri temsil eder. İlişkilerde partnerin duygusal gereksinimlerinin karşılanması ve duygunun ifadesi en önemli temel noktadır. Partnerler bu gereksinimlerin karşılanması için çaba harcamalı; ayrıca zorlandıkları durumlarda açık iletişim yolunu tercih etmelidir. Gereksinimlere şöyle bir bakalım:


1) Sevgi

Sevmek ve sevildiğini hissetmek, romantik bir ilişkinin sürdürülmesi için temel öğedir. Çorbadaki sudur, yani ilişkilerin olmazsa olmazıdır. Çünkü bireyler bu gereksinimleri nedeniyle romantik bir ilişki yaşarlar. Sevildiğinin partnere sık sık hatırlatılması, yani sözel olarak dile getirilmesi tutkunun korunması açısından önemlidir. Sevgiyi ifade etmek için, tanımlı bir zaman dilimi olmamalıdır. Hatta beklenmedik zamanlarda sevginin ifade edilmesi, ilişkilere heyecan katar, tutkunun korunmasına yardımcı olur. Öte yandan; sevmenin davranışa yansıtılması da oldukça önemlidir. Davranışla ifade çeliştiğinde, davranışa odaklanılır. Yani bir kişi "seviyorum" diye ifade ettiği bir kişiye sevmenin gerektirdiği bir biçimde davranmıyorsa yeterince ikna edici olmaz. Sevginin doya doya hissettirildiği ilişkilerde, tek başına yeterli olmasa bile tolerans gösterme, uyumlu davranma, anlayışlı olma gibi davranışların daha yüksek olması beklenebilir.


2) Saygı

Partnerler birbirlerinin değerlerine, tercihlerine ve isteklerine saygılı olmalıdır. Bir elmanın yarısı olmaya çabalamak yerine, iki ayrı elma olarak aynı sepette olmayı yeğlemelidir. Partnerler her konuda aynı fikirde olmak zorunda değildir, aynı tarafta olmak zorunda değildir. Bu noktada, birbirlerinin hobilerine yalnızca yanlarında kalarak bile eşlik edebilir, farklı görüşleri konusunda ikna etme çabasına girmemeyi tercih edebilirler. Aynı zamanda, partnerler ben olurken yani kendi prensipleri ölçüsünde bireysel ihtiyaçlarını karşılarken, partnerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı da ihmal etmemelidir. Çünkü diğerinin de prensipleri ve bu bağlamda farklı bir bakış açısı olabilir. Bu bağlamda, bireysel bakış açısından ziyade ilişkideki ortak payda üzerinde yoğunlaşılmalıdır; partnerler ilişkinin çıkarı doğrultusunda esnek olabilmelidir. Yani ben olmak, biz olmaya zarar vermemelidir. Bu noktada, ortak bir noktada uzlaşı sağlanabilir.


3) Sadakat

Güven bir ilişkinin yapı taşıdır, kurulu bir evin kilididir, bir bankanın kasasıdır. Güvenin yitirildiği ilişkileri yeniden inşa etmek, kasası olmayan bir bankayı yeniden kurmak, hırsız girilip her şeyi yiten bir evi restore etmek gibidir. Emek ister, çaba ister. Kimi zaman geri dönülmez elvedalara sebep olur. O nedenle güveni ve sadakati korumak oldukça önemlidir. 


4)Değerli Hissetme

Romantik ilişkilerimizi, hayatımızı zorlaştırsınlar ve bize kendimizi daha yetersiz hissettirsinler diye yaşamayız. Aksine; daha değerli hissetmek isteriz. Yıkıcı eleştiriler yapmak, değersiz hissettirebilir. Bu nedenle gerekli olmadıkça eleştirilerin olmaması, "Yapamazsın, başaramazsın." gibi özgüveni zedeleyici ifadelerde bulunulmaması, "Sen zaten ....... birisin." gibi etiketlemelerde bulunulmaması önerilebilir.

Bu noktada kendinize sormanız gereken önemli sorular şunlar olabilir:

-İlişkiye başlamadan önce kendime ne kadar değer veriyordum, şu anki ilişkim süresince kendime ne kadar değer veriyorum?

-İlişkim sonrasında kendimi öncesinde tanımladığım özellikler daha negatif olmaya mı başladı?

-İlişki sonrasında psikolojik sorunlarım olduğunu düşünmeye başladım mı?

-İlişkiye başladıktan sonra kendimi daha güzel ya da daha çirkin, nasıl algılıyorum?

-İlişkim kendimle ilgili yeterlilik düşüncemi etkiledi mi?

-İlişkim sonrasında mantıksız duygulara sahip olduğumu fark etmeye başladım mı?

-İlişkim sonrasında tek başıma yeterliliğimin olduğunu düşündüğüm işleri, ilişkim varken tek başıma yapmaya cesaret edebiliyor muyum?


5)Doğru İletişim Kurmak

Bireylerin kendilerini ifade ederken "ben dili" ni kullanmaları doğru iletişimde oldukça önemlidir. Romantik ilişkilerdeki en önemli odak duygudur. Bu nedenle, bireylerin nasıl hissettiklerini ifade etmeleri ve bunu durumlarla ilişkilendirmeleri önemlidir. Yanı sıra, etkin dinlemek de oldukça önemlidir. Bazen partnerler birbirlerini yeterince tanıdıklarını düşünerek, kısaca dinlemekte ve partnerinin aslında ne demek istediğini gözardı edebilmektedir. Partnerler arası açık iletişim oldukça önemlidir. Sizin ifade etmediğiniz bir şeyi partnerinizin tahmin etmesini beklemeniz oldukça işlevsizdir. Yalnızca soğuk davranmak, sessiz kalmak, öfkelenip kin beslemek ya da trip atmak; hem kendiniz hem partneriniz için hayatı daha zor hale getirir. Kolayca çözüme kavuşturabileceğiniz birçok konuyu, hiç açmayarak mutlu olamazsınız. İlişkisinde mutlu olmayı isteyen her birey, mutluluğun diğer ucunun kendine uzandığını unutmamalı.


6) Romantizm

Tutkunun küçük heyecanlarla buluşturulduğu nokta, romantizmdir diyebiliriz. Romantik ilişkinizin devamı süresince gündelik rutininizin dışına çıkarak, partnerinize beklemeyeceği sevgi sunumları yapabilirsiniz. Bir gün hiç beklemediği bir yere, onu sevdiğinizi ifade eden bir not bırakabilir; beklemediği bir zaman diliminde sevginizi ifade eden bir mesaj atabilir, hediye alabilirsiniz. Burada önemli olan, beklenmedik olmasıdır.


7) Doğru Cinsellik

Cinselliğin kadın ve erkeğin ideal cinselliğe yönelik düşünceleri çerçevesinde organize edilmesi önemlidir. Her cinsellik doğru değildir. Partnerinizin fantezilerine karşılık vermek önemlidir. Bu bağlamda, taleplerin dile getirilmesi ve açık iletişim de önemlidir. Kadınlar için cinsellik bir sabah erkenden başlar; sabahtan geceye kadar söylenilen güzel sözler, iltifatlar ve sevgi ifadeleri kadını uyarır. Kadınlar, partnerinin onu arzuladığını gözlerinden anlamak ister. Partnerinin onu arzuladığını ve sevildiğini hissetmesi uyarılması için önemlidir. Erkeklerse, görsellik odaklıdır. O nedenle partnerin görünümüne ve bakımına özen göstermesi önemlidir. Hoş kokulardan hoşlanırlar. Partnerlerin cinsellik konusundaki farklılıklarını bilmeleri, anlayış kazandırır. Örneğin; cinsellik sonrası kadınlar oksitosin hormonu salgılar ve daha çok temas kurmak, sarılmak ister. Erkekler ise östrojen hormonu salgıladığı ve testesteron düzeyleri düştüğü için temas kurmaktan kaçınır. Partnerlerin bunu bilerek ortak bir noktada anlaşabilmesi ve anlayış gösterebilmesi önemlidir.

Sizin romantik ilişkiniz bu unsurlardan hangilerini, ne kadar kapsıyor? Hangi unsurlar üzerinde çalışmalı , geliştirmelisiniz? İlişkinizde yanlış giden şeyler nelerdir ve bunları düzeltmek adına neler yapabilirsiniz? Değerlendirmeli ve uygun noktalarda harekete geçilmeli diyebiliriz.

Harekete geçmek doğrultusunda profesyonel destek almak isterseniz, iletişime geçerek randevu oluşturabiliriz.


Mutlu ve sağlıklı günler dileğiyle,

Uzm. Psk. Özge ENGİN

Yayınlanma: 24.04.2021 00:25

Son Güncelleme: 31.01.2022 13:30

#psikoloji#beyaz pencere#duygu#evlilik#çift#ilişki#romantik#romantikilişki#partner#romantikpartner#evlilikveçiftterapisi#çiftterapisi#gereksinimler#ilişkiningereksinimleri#iletişim#cinsellik#saygı#sevgi#sadakat#değerlihissetmek#romantizm#doğrucinsellik#doğruiletişim#evlilikterapisi#sevgili#ilişkiler
Psikolog

Özge

ENGİN

Uzman Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Sınav Kaygısı ile İlgili Sorunlar, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Online TerapiOnline Ter...
süre 60 dk
ücret 700
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 60 dk
ücret 800
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Nedir Bu Bir Barış, Bir Ayrıl İlişki Dinamiği?

İlişki dendiği zaman aklınıza neler geliyor? Aslında çoğu insana bu soruyu sorduğunuz zaman benzer cevaplar alma olasılığınız oldukça yüksektir. Birbirini tanımayan iki kişi tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler, derin bir bağ kurma arzusu ortaya çıkar, bir ilişkiye başlarlar. Zaman geçtikten sonra ya ayrılırlar ya da ilişkiye devam ederler. Ancak yapılan son araştırmalar, genç yetişkinlerin %60’ından fazlasının bir ayrıl, bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunduğunu ortaya çıkardı. Bu oranın gün geçtikçe artmaya devam etmesi, ilişkilere dair bakış açılarımızı değiştirmeye, yeniden şekillendirmeye başlıyor ve ilişkilerin doğasına dair kafamızda yeni soru işaretlerinin, kafa karışıklıklarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Son dönemlerde bir ayrıl, bir barış ilişkilerinin dizilerde, filmlerde ve sosyal medyada oldukça sık kullanıldığını görüyoruz. Aynı zamanda yakın çevremizde de bu ilişki dinamiğine şahit olmamız, özellikle genç yetişkinlerde ilişki bittikten sonra tekrardan barışmalarının sebebinin birbirleri için çok eşsiz, özel olduklarından ve ilişkilerinin daha da güçlendiğine dair gerçekçi olmayan inançlardan kaynaklı olduğuda gözlemleniyor. O halde konumuza geçmeden önce hemen bir yanlış bilgiyi düzeltelim. Çatışmalardan uzlaşmacı ve sağlıklı bir biçimde çıkmak ilişkileri güçlendirir, ayrılıklar değil!Her ilişki içerisinde kavgalar edilir, çatışmalar meydana gelir, bunların yaşanması da sağlıklı olandır zaten. Sağlıklı bir ilişki için önemli olan bu çatışmalarda yapıcı ve uzlaşmacı bir tavır sergileyerek, var olan probleme karşılıklı olarak çözüm bulabilmektir. Ayrılık kararı, ilişki içerisinde çözülmesi için elinizden gelen her şeyi yaptığınız ve artık problemleri çözüme kavuşturamayacağınızı anladığınız zamanlarda, üstüne uzun bir süre düşündükten ve emin olunduktan sonra alınması gereken bir karardır. Şimdi, hep birlikte bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiğini inceleyelim.Nedir bu bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği? Bu ilişki dinamiği de genel olarak bize aşina olan ilişkilere benzer olarak başlar. Partnerler tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler. Bir ilişkiye başlamaya karar verirler sonrasında çeşitli sebeplerden ötürü partnerler ilişkilerini sonlandırırlar. Belli bir müddet zaman geçtikten sonra tekrardan barışırlar. Burada partnerlerin birbirinden ayrı olarak geçirdikleri süre kısa olabileceği gibi ayrılık uzun süreli de alabilir. İşte tam olarak burada ilişki yeniden başladığı gibi aynı zamanda bir döngüde başlamış olur. En önemli faktör partnerlerin bu dinamiği sistematik bir biçimde tekrarlamalarıdır. Yapılan bir çok çalışmaya göre bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği içerisinde bulunmak, hem ilişkiye hem de ilişki içerisindeki kişilere ciddi psikolojik zararlar verebiliyor ve bu zararların yarattığı olumsuz etkiler kişilerin hayatlarını uzun vadeli olarak etkileyebiliyor. Bu döngü ortaya çıktığında ve ayrılıp, barışmaların sıklığı artmaya başladıkça, çiftler arasındaki çatışmalar fazlalaşıyor, iletişim problemleri daha çok ortaya çıkmaya başlıyor, ilişkiye ve partnere dair güven problemleri ortaya çıkıyor. Partnere karşı hissedilen duygularda değişimler meydana geliyor, kişi kendi hissettiklerinden, duygularından emin olamıyor ve kafa karışıklıkları yaşamaya başlıyor. Bu dinamik böyle devam ettikçe, kişi kendine ve ilişkiye dair yabancılaşmaya başlıyor. Sağlıklı bir ilişkinin nasıl yaşanması gerektiğini unutabiliyor ve bir gün bu kısır döngüyü kırdığı zaman gelecek ilişkilerinde de yakınlık korkusu geliştirip, gelecekteki partnerine de güvenli bağlanamayabiliyor. Aslına bakacak olursak, bir ayrıl bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunmak var olan ilişkiyi tehdit ettiği gibi, kişinin gelecekte var olabilecek ilişkilerine dair de bir tehdit unsuru oluşturur hale geliyor. Derinlemesine bakmak gerekirse, bu tarz ilişki dinamikleri kendi bünyeleri içerisinde bir tür duygusal ve fiziksel suistimali de içeriyorlar. Kişiler birbirlerinden ayrı kalamayacaklarına dair gerçekçi olmayan inançlar geliştirmelerinden ötürü ayrı kalamıyorlar ancak beraber olduklarında da birbirlerine iyi gelmek yerine kötü gelmeye başlıyorlar. Böyle bir ilişki dinamiği içerisinde bulunmak ve ilişkinin yarattığı olumsuz duygularla baş etmekte güçlük çeken bazı kişilerde uzun vadede anksiyete ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar meydana gelmeye başlıyor.İlişki nasıl bu döngüye giriyor? Yapılan araştırmalara göre partnerlerin sağlıklı bir şekilde ayrılık konuşması yapmamaları, ara vermeye dair yapılan konuşmalar, barışma için açık kapı bırakılması, ilişki içerisindeki var olan sorunların açık bir şekilde konuşulmaması, neden ayrılık kararı alınacağına dair herhangi bir konuşmanın yapılmaması, partnerlerin birbirlerine net bir şekilde veda etmemeleri bu döngüyü başlatan faktörler arasında yer alıyor.Partnerimizle neden tekrardan barışıyoruz? Bu sorunun cevabı genellikle kişiden kişiye göre değişkenlik gösteriyor, bir çok kişi farklı sebeplerden eski partnerlerine geri dönme kararı alıyor. Ancak yapılan çalışmalara göre çoğu insanın eski ilişkilerine geri dönerken benzer şeyleri hissettikleri ve düşündükleri bulunmuştur. Bunların başında; kişilerin eski partnerine karşı hala içinde var olan hisleri, duyguları, eski partnerinin hayatının aşkı olduğuna dair düşünceler, yeni biriyle tanışmanın ve ilişkiye başlamanın zor olduğuna dair gerçek dışı inançlar.Bu döngüyü kırmak mümkün mü? Yapılan çalışmalar bize bu döngüyü kırmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Ama nasıl? Partnerlerin ayrı kaldıkları süre boyunca ilişkiyi nasıl daha güçlü ve sağlıklı bir hale getirebileceklerine dair derinlemesine düşünmeleri gerekiyor. Aynı zamanda ilişkiye dair, kendilerine dair, partnerlerine dair yeni kararlar almaları gerekiyor. Bir bakıma ilişki içerisindeki çatışmalara yol açan olumsuz davranışlarını, eylemlerini, düşüncelerini tespit edip, kendilerinde değişime gitmeleri gerekiyor. Özellikle, tekrardan barışma kararı alınmadan önce kişilerin karşılıklı olarak, bunları net ve açık bir şekilde birbirleriyle paylaşmaları gerekiyor. Yapılan çalışmalar, kendilerinde ya da ilişkilerinde tek başlarına değişime gitmekte güçlük çeken bireylerin barışma kararı almadan önce gerek bireysel gerekse çift olarak bir uzmandan destek almaları gerektiğinin önemini vurguluyor. Unutmayın, terapi hayatınızdaki tüm olumsuz durum ve duyguların hayatınızdan tamamen çıkacak olması demek değildir. Ancak siz terapi ile tüm bu olumsuz duygu ve durumlarla nasıl baş edeceğinizi tamamen öğrenmiş olacaksınız.

Zihinsel Yorgunluk: Neden Sürekli Yorgun Hissediyoruz?

Zaman zaman hepimiz kendimizi yorgun hissederiz. Bazen bunun nedenini anlayabiliriz: Yoğun bir gün, kötü bir gece uykusu ya da uzun bir toplantı… Ama bazı zamanlarda hiçbir fiziksel sebep yokken dahi kendimizi bitkin hissederiz. Gün boyu bir iş yapmasak bile zihnimiz yorgundur. İşte bu noktada devreye “zihinsel yorgunluk” kavramı girer.Zihinsel yorgunluk, günümüzde en yaygın ama en az fark edilen psikolojik problemlerden biridir. Sürekli düşünüyor, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyor, hiç durmuyor gibi hissediyoruz. Dinlendiğimizi sandığımız anlarda bile zihnimiz bir sonraki adımı planlamaya devam ediyor. Tüm bunların sonucu olarak zihinsel enerji tükeniyor, dikkat dağınıklığı, motivasyon eksikliği, hatta fiziksel semptomlar ortaya çıkıyor.Peki zihinsel yorgunluğa neden olan etkenler nelerdir? Nasıl fark ederiz? Ve daha da önemlisi, bu döngüyü nasıl kırarız?Zihinsel Yorgunluğun Belirtileri Nelerdir?Zihinsel yorgunluk genellikle sinsice gelir. Bir sabah kalktığınızda bir şeylerin ters gittiğini hissedersiniz ama bunu açıklayamazsınız. Aşağıdaki belirtiler zihinsel yorgunluğa işaret ediyor olabilir: • Sürekli unutkanlık • Konsantrasyon bozukluğu • Karar vermede zorlanma • Sabahları dinlenmemiş şekilde uyanma • Küçük şeylerde bile sabırsızlık ve tahammülsüzlük • Duygusal olarak donukluk ya da aşırı hassasiyet • Hobi ya da sosyal etkinliklere karşı isteksizlik • Aşırı düşünme, kendini sorgulama, içsel diyaloglarda boğulmaBu belirtiler fiziksel bir yorgunluğa benzese de dinlenmekle geçmez. Çünkü sorun bedende değil, zihinde ve duygulardadır.Neden Sürekli Yorgun Hissediyoruz?1. Aşırı Uyarana Maruz KalmakModern yaşamda maruz kaldığımız uyaran sayısı insan zihninin kaldırabileceğinden çok daha fazla. Telefon bildirimleri, haber akışları, sosyal medya, iş toplantıları, trafik, ilişkisel gerginlikler… Beynimiz sürekli uyanık ve tetikte kalmak zorunda hissediyor. Bu da enerji tüketiyor. Dinlenmeye fırsat bulamayan zihin, zamanla tükeniyor.2. Duyguları BastırmakSürekli mutlu ve üretken görünme baskısı, duygularımızla teması zorlaştırıyor. Üzgün, kırgın, öfkeli ya da kaygılı hissettiğimizde bile bunları bastırmaya çalışıyoruz. Ancak bastırılan duygu bir yere gitmez, zihinde “arka planda çalışan” bir program gibi enerjimizi tüketmeye devam eder. Bu durum, zihinsel yorgunluğun en temel nedenlerinden biridir.3. Kararsızlık ve Sürekli Seçim YapmakGün içinde yüzlerce karar veriyoruz. Ne giyeceğim, ne yiyeceğim, nasıl davranacağım, mesajlara nasıl cevap vereceğim… Tüm bu mikro kararlar, fark etmesek de zihinsel yük yaratır. Özellikle kararsız insanlar için bu durum daha yıpratıcı hale gelir. Zihnin sürekli açık ve meşgul olması, dinlenmesini imkânsız kılar.4. Mükemmeliyetçilik ve Kontrol İhtiyacıHer şeyi kontrol etmeye çalışmak, zihin için büyük bir yüktür. Her işin kusursuz olması gerektiğine inanmak, zihni sürekli tetikte tutar. Hatalara tahammülsüzlük, gevşeyememek ve “ya bir şey ters giderse?” düşüncesi, zihinsel enerjiyi kemirir.5. Kendilik Algısının ZedelenmesiZihinsel yorgunluk, kişinin kendiyle ilişkisini de bozar. Kendi yeterliliğinden şüphe etmeye, başarısızlık hissine ve özgüven kaybına yol açabilir. Bu da yeni kaygılar yaratır ve bir kısır döngü oluşur: Zihinsel yorgunluk → Düşük motivasyon → Kendini suçlama → Daha fazla zihinsel yorgunluk…Zihinsel Yorgunluk ile Fiziksel Yorgunluk Arasındaki FarkFiziksel yorgunluk genellikle bedenin sınırlarını zorlamaktan kaynaklanır ve uyku, beslenme, dinlenmeyle toparlanabilir. Ancak zihinsel yorgunluk, çoğu zaman bu tür yöntemlerle geçmez. Kişi fiziksel olarak dinlenmiş olsa bile, hala “yorgun” hissedebilir. Çünkü zihinsel yorgunluk; çözülmemiş duyguların, bastırılmış düşüncelerin ve kronik stresin bir sonucudur.Zihinsel Yorgunluk Nasıl Geçer?Zihinsel yorgunlukla baş etmek için atılacak adımlar hem yaşam tarzında hem de iç dünyada değişiklik gerektirir. İşte öneriler:1. Gün İçinde Mikro Molalar VerinHer 45-60 dakikada bir kısa mola vermek, zihni sıfırlamak için önemlidir. Mola esnasında telefonla vakit geçirmek yerine, gözlerinizi kapatın, nefesinize odaklanın ya da kısa bir yürüyüş yapın.2. Duygulara Alan AçınBastırmak yerine duyguları fark etmeye çalışın. Günlük tutmak, terapistle çalışmak ya da duygularınızı bir arkadaşınıza anlatmak, zihnin üzerindeki yükü hafifletir.3. Meditasyon ve Farkındalık PratikleriZihin, geçmişle gelecek arasında gidip gelirken yorulur. Meditasyon ve mindfulness, zihni şimdiki ana getirme konusunda güçlü araçlardır. Düzenli uygulamalar zihinsel berraklık sağlar.4. Ekran Süresini AzaltınSosyal medya ve dijital içerikler sürekli bir karşılaştırma ve uyarılma hali yaratır. Ekran süresini sınırlamak, zihni dinlendirmek için gereklidir. Özellikle uyumadan önce telefon kullanımını azaltmak büyük fark yaratır.5. Sınırlar Belirleyin“Hayır” demek zihinsel sağlığın en güçlü savunmasıdır. İş, aile ya da sosyal çevrede sınırlar belirlemek ve herkesin her ihtiyacına yetişmeye çalışmamak önemlidir.Terapi Sürecinde Zihinsel Yorgunluk Nasıl Ele Alınır?Zihinsel yorgunluk çoğu zaman terapiye başvurulma nedenidir. Danışan “yorgun hissediyorum ama neden bilmiyorum” diyerek gelir. Terapide ilk olarak bu yorgunluğun kaynakları araştırılır. Genellikle geçmişten gelen bastırılmış duygular, çözülmemiş travmalar ya da içsel çatışmalar bu yorgunluğun temelidir.Terapide: • Kişi duygularını ifade etmeye başlar. • Bastırılan çatışmalar çalışılır. • Kendilik algısı yeniden inşa edilir. • Duygusal dayanıklılık artar. • Zihin, kontrol etmeye değil, anlamaya yönelir.Bu süreçte kişi, zihinsel yorgunluğunun sadece güncel streslerden değil, yıllar süren birikimlerden kaynaklandığını fark eder. Bu farkındalık bile iyileşme sürecini başlatır.Zihinsel Yorgunluk Tek Başına GelmezUnutmamak gerekir ki zihinsel yorgunluk genellikle tek başına ortaya çıkmaz. Anksiyete, depresyon, tükenmişlik sendromu ya da ilişki problemleriyle birlikte görülür. Bu nedenle sadece semptomları değil, altta yatan nedenleri ele almak önemlidir. Sadece “daha az çalışmak” zihinsel yorgunluğu çözmez. Asıl mesele, neden bu kadar çok çalışmak zorunda hissedildiğidir.Sonuç: Kendinle Temas Etmeden DinlenemezsinZihinsel yorgunluk çağımızın sessiz salgınıdır. Ne kadar dinlenirsek dinlenelim geçmeyen bu yorgunluğun altında genellikle bastırılmış bir içsel çaba yatar: Sevilmek, kabul görmek, değerli hissetmek… Zihin bu istekleri karşılamak için sürekli çalışır. Ancak bu çaba sürdürülebilir değildir.Bu yüzden çözüm; sadece daha çok uyumakta, tatil yapmakta ya da iş yükünü azaltmakta değil… Aynı zamanda kendimizle temas etmekte, duygularımıza alan açmakta ve gerekirse bir uzmandan destek almakta yatar.Yazan: Psikolog Barış KızılboğaUzmanlık Alanları: Anksiyete, tükenmişlik, ilişkiler, zihinsel süreçler

ÖFKE DUYGUSU VE BAĞIŞLAMA OLGUSU ÜZERİNE BİR DERLEME

Duygunun Tanımıİnsan doğasının temel özelliklerinden birisi duygulardır. Duygunun açılımıyla ilgili olarak Ekman ve Cordaro, “evrensel paylaşımlara, kültüre ve bireye özgü olaylara verilen ve ayırt edici özellikleri olan otomatik tepkiler” tanımını yapmaktadır ( 2011, akt. Metin, 2019, s.2029). Tanıma bakıldığında, duyguların öznel ve kişilerarası farklılaşan bir olgu olduğu aktarılmaktadır. Plotnik (2007/2009), bir duygunun sırasıyla öznel yorumlama, öznel deneyim, fizyolojik dışavurum ve gözlemlenebilir davranıştan oluşan dört bileşeni olduğunu belirtmektedir. Bunun yanı sıra, duygularla ilgili yapılmış son dönem çalışmaları, duyguların düşünme ile eşgüdümlü gerçekleştiğini ve bu durumun hayatta kalmayla ilişkilendiğini belirtmektedir (Damasio, 1999; akt: Çakar & Arbak, 2004, s.24). Temel duygulara bakıldığında Ekman (1992), insanlarda altı temel duygu bulunduğunu belirtir; öfke, şaşkınlık, iğrenme, korku, eğlence ve üzüntü (akt. Kabadayı ve Alan, 2013, s.99). Bahsedilen temel duygularla ilgili olarak Ekman ve Cordaro (2011), evrensel nitelikte fizyolojik tepkilerinin olmasının ve uyarılmışlık halinin otomatik oluşmasının gerektiğini bildirmektedir (akt. Metin, 2019, s.2035). Kağıtçıbaşı’na (2019) göre ise, her ne kadar biyolojik temelleri olsa da duygular içinde bulundukları bağlamdan etkilenmekte, duyguların dışavurumunda belli kuralların olmasını da bu durumla ilişkilendirmektedir. Berry, Poortinga, Breugelmans, Chasiotis, ve Sam (2013/2015) ise duygularla ilgili olarak, bütün yönleriyle hem birtakım evrensel taraflarının hem de kültüre özgün yönlerinin olduğunu, bunun yanı sıra kültürlerarasında duyguların farklı kategorize edildiğini ve günlük yaşamda davranışlara etki ettiğini belirtmektedir. Bu açıklamalara bakıldığında duyguların girdi ve çıktı etkilerinin kültürel farklar gösterdiği söylenebilmektedir. Kağıtçıbaşı (2019), bu farklılaşma ile ilgili olarak ise bireyci-toplulukçu kültür farkını baz alarak, “öfke ve hayal kırıklığı gibi, ego odaklı duyguların ifadesi toplulukçu kültürlerde daha çok bastırılır, çünkü bu tür duygular eşgüdümlü uyum içindeki sosyal etkileşime zor düşer” (s.139) yorumunu yapmaktadır.Öfkenin TanımıTemel duygulardan biri olan öfke ile ilgili alanyazında birçok tanım yer almaktadır. Biagio (1989) öfkeye ilişkin olarak, gerçek ya da hayali bir engellenme, tehdit altında veya haksızlık durumunda meydana gelen ve kişide rahatsızlık yaratan uyarıcıları ortadan kaldırmaya iten, kuvvetli bir duygu şeklinde tanımlamaktadır ( akt. Uğurlu, 2009, s.16). Budak (2000) öfkeyi, “engellenme, tehdit edilme, yoksun bırakma gibi durumlarda hissedilen ve genellikle neden olan şeye ya da kişiye karşı saldırgan davranışlarla sonuçlanabilen olumsuz bir duygu” ( akt. Altan ve Çivitci, 2017, s.310) şeklinde tanımlamaktadır. Soykan (2003) öfkeyi, doyurulmamış istekler, istenilmeyen sonuçlar, karşılık bulamamış beklentilere yönelik doğal ve evrensel duygusal tepki olarak tanımlarken, Spielberger ve ark. (1991) ise öfkeyi, olağan bir sinirlilik durumundan, yoğun hiddetli hale gelene kadar değişim gösteren kademeli bir duygusal hal olarak tarif etmektedir ( akt. Balkaya ve Şahin, 2003, s.193).Öfke İle İlgili Yapılmış ÇalışmalarGemici (2018), İstanbul’da öğrenim gören 200 üniversite öğrencisiyle yaptığı çalışmada öfke problemi yaşamakta olan üniversite öğrencilerinin çocukluk çağı travmalarıyla arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Araştırmada cinsel, fiziksel istismar ve çocukluk çağı travmalarının kızlarda daha yüksek olduğu saptanmıştır. Çalışma bulguları çocukluk çağı travmaları, duygusal ihmal, fiziksel ihmal ve cinsel istismar arttıkça sürekli öfkenin arttığını ve öfke içe vurumun azaldığını ortaya koymuştur. Ayrıca duygusal ihmal ve cinsel istismar arttıkça öfke dışa vurumun arttığı bulunmuştur.Moreno ve ark. (1993) yaptıkları araştırmada öfkenin depresyon ve intihar için tanısal değer taşıyabileceğini belirtmiş, aynı zamanda bastırılmış öfkenin depresyonla anlamlı bir ilişkisi olduğunu ortaya koymuştur ( akt. Tatlılıoğlu ve Karaca , 2013, s.1113).Doğan, Üngüren ve Algür (2010) turizm alanında faaliyet gösteren bir otel zincirinde çalışan 171 kişiyle yaptıkları araştırmalarında empati eğilimi arttıkça öfke dışa vurma düzeyinin azaldığını, empati eğilimi arttıkça kişilerin öfkelerini kontrol edebildiklerini ve bunun yanı sıra kontrol edebilenlerin öfkelerini dışa daha az yansıttıklarını saptamışlardır. Ayrıca sürekli öfke durumunda olan çalışanların öfkelerini öncelik olarak dışa yansıttığını ortaya koymuşlardır.Kesen, Deniz ve Durmuşoğlu (2007) yetiştirme yurdunda yaşayan 201 ergenle yürüttükleri çalışmada ergenlerin yaşları ve yurtta kaldıkları süre ile öfke ve saldırganlık arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Araştırmada öfke düzeyi ve saldırganlık düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olduğunu saptamışlardır. Ayrıca yurtta kalan ergenlerin yaşı arttıkça genel saldırganlığın ve atağın, dolaylı, negatif, ve sinirli saldırganlık düzeyiyle pozitif anlamlı ilişkili olduğu bulunmuştur. Son olarak ergenlerin yurtta kalma süresi arttıkça dolaylı, atak ve genel saldırganlık düzeyinin arttığı saptanmıştır.Ekinci, Kural ve Yalçınay (2016) İstanbul’da özel bir hastanede madde kullanım bozukluğu tanısı almış ve tedavi görmekte olan 100 hastayla yaptıkları araştırmada madde bağımlılığının öfke, depresyon, anksiyete ve bağımlılık profili ile ilişkisini incelemişlerdir. Çalışma bulgularında öfke düzeyinin depresyon ve anksiyete düzeyi ile pozitif bir ilişkisi olduğunu, öfke düzeyi ile madde kullanımının kişinin yaşamına etkisi ve madde kullanmak için şiddetli istek arasında pozitif ilişki olduğunu saptamışlardır. Son olarak, araştırmada intihar girişiminde bulunmuş olan hastalardaki öfke düzeylerinin, bulunmamış olanlara oranla daha yüksek olduğunu ortaya koymuşlardır.Bağışlamanın TanımıBağışlama ile ilgili alanyazındaki mevcut çalışma sayısının diğer konulara kıyasla daha az olduğu görülmektedir. Çoklar ve Dönmez (2014), bağışlama ile ilgili çoğu bireyin bir fikir sahibi olduğunu ancak akademik olarak sınırlı çekiciliğe sahip bir konu olduğu yorumunu yapmaktadır. Bağışlama ile ilgili literatürde kısıtlı ve farklı tanımlar yer almaktadır. Enright ve Fitzgibbons (2010) bağışlamayı, bireylerin rasyonel bir biçimde haksızlık yaşadıklarını düşündüklerinde öfke ve diğer karşıt tepki durumlarından vazgeçerek, haksızlığı yapan kişiye yardımsever, merhametli bir biçimde, karşılıksız değer verme ve cömertçe tepki ortaya koyması şeklinde tanımlamaktadır (akt. Yılmaz, 2019, s.1192). Tekinalp ve Terzi’ye (2012) göre; bağışlama, zarar görmekte olan bir ilişkiyi düzeltmek için kişinin intikam gibi duygularını hoşgörü ve empati gibi duygularla değiştirmesidir. Enright, Rique ve Freedman (1998) ise bağışlama kavramını, “bir mağdur tarafından faile duyulan kızgınlığın azalması, buna karşın, gösterilen merhamet, şefkat ve sevginin artması yönünde özgürce yapılmış bir seçim” ( akt. Çoklar ve Dönmez, 2014, s.36) şeklinde aktarmaktadırlar. Bağışlamanın ne olmadığı ile ilgili ise Taysi (2010), bağışlamanın mazur görme ya da bir kişiyi haklı çıkarmak olmadığını belirtmektedir.Bağışlama İle İlgili Yapılmış Çalışmalarİlişki niteliği ile bağışlamanın mutluluk üstündeki etkisini konu alan Yılmaz (2018), ilişki kalitesi ve bağışlama değişkenlerinin birlikte ve ayrı halde mutluluğu ne kadar açıklayabildiğini incelemiştir. Araştırma sonucu ilişki niteliği değişkeninin mutluluk puanlarının %48.2’sini açıkladığı bulunmuştur. Bağışlama değişkeni ile mutluluk değişkenlerinin ilişkisine bakıldığında bağışlama boyutlarından en yüksek “kendini bağışlama” boyutu ile mutluluk değişkeni arasında pozitif yönlü orta derecede bir ilişki olduğu, “başkalarını bağışlama” boyutunda ise en düşük derece ilişki olduğu saptanmıştır. Mutluluk puanlarıyla bağışlama arasında genel olarak orta düzeyde, anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Bağışlama ve ilişki niteliği değişkenlerinin birlikte mutluluğun toplam varyansının %55’ini açıkladığı saptanmıştır. Son olarak ilişki niteliği ve bağışlama arasındaki ilişkiye bakılmış, ilişki niteliği boyutlarından olan “çatışma” ile bağışlama arasında negatif yönlü orta derece bir ilişki bulunmuş, ilişki niteliği değişkeninin bağışlama puanlarının %36’sını açıkladığı ortaya konmuştur.Aytar ve Tatlı (2017), 370 üniversite öğrencisiyle yürüttükleri ve ahlaki olgunluk ile bağışlama istekliliğinin kişilik özelliklerine göre nasıl değiştiğini inceledikleri çalışmalarında, yaş değişkeninin arttıkça bağışlama istekliliği puanının arttığını, cinsiyet açısından erkeklerin kadınlardan bağışlama istekliliği puanlarında daha yüksek ortalamaya sahip olduğunu ortaya koymuştur. Kişilik testi boyutlarıyla bağışlama arasındaki ilişkiye bakıldığında, çalışma sonucunda kişilik testi değişkeninin boyutu olan “duygusal dengesizlik” arttıkça bağışlama puanlarının düştüğü, kişilik testi boyutlarından “dışadönüklük” puanları ile bağışlama arasında negatif yönlü anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Kişilik testi boyutu olan “yumuşak başlılık” puanı arttıkça bağışlama puanlarınında arttığı bulunmuştur. Son olarak, kişilerin ahlaki olgunluk düzeyinin artmasının veya azalmasının bağışlama isteklilikleriyle paralel olarak arttığı veya azaldığını ortaya koymuşlardır.Bugay ve Demir’in (2011),376 üniversite öğrencisiyle yürüttüğü, hataya dair niteliklerin başkalarını affetmeyi yordamasını inceledikleri araştırmalarında; öğrencilerin, başkalarını affetme düzeyinin%10’unu hata özelliklerinin açıkladığı saptanmıştır. Bunun yanı sıra, en çok affetmekte zorlanılan hata alanına bakıldığında bireylerin %49.6’sının “ailesel konularda” zorlandığı, hatanın ne denlibüyük olduğu, hatanın neden olduğu sonuçlar ve hatayı yapan kişiye verilen önem arttıkça “başkasını affetme“ puanının düştüğü, “özür dileme” ve “hatadaki sorumluluk” puanları yükseldikçe affetmenin arttığı bulunmuştur. Ayrıca bireylerin %71.2’si için hatadaki kastın affetmede kritik olduğu ortaya konmuştur.Tunca ve Durmuş (2018), 389 üniversite öğrencisiyle gerçekleştirdikleri çalışmalarında algılanan ana-baba tutumlarıyla bağışlama arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Bağışlama puanlarının erkek ve kadın arasında farklılaşmadığını saptamışlardır. Literatüre bakıldığında bu bulguyu destekleyen çalışmalar (Taysi, 2010) bulunmaktadır. Araştırma sonucunda, “demokratik” ana-baba tutumu algılayan öğrencilerin “kendini bağışlama” ve “durumu bağışlama” puanlarıyla aralarında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Algılanan ana-baba tutumu “koruyucu-istekçi” olanların; “genel bağışlama”, “kendini bağışlama” ve “durumu bağışlama” puanlarıyla arasında negatif yönlü anlamlı ilişki saptanmıştır. Algılanan ana-baba tutumu “otoriter” olanlarda, “genel bağışlama”, “kendini bağışlama” ve “durumu bağışlama” puanlarıyla arasında negatif yönlü anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Algılanan ana-baba tutumu değişkeniyle “başkalarını bağışlama” düzeyi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığını ortaya koymuşlardır.Dindarlığın, evlilik doyumunun ve kişilik özelliklerinin bağışlama üstündeki etkisini inceleyen Atçeken (2014), Türkiye’nin beş farklı şehrinden 145 evli bireyle çalışma gerçekleştirmiştir. Araştırma sonucu, evlilik doyumu puanı ile bağışlama puanı arasında pozitif yönlü anlamlı ilişki saptanmıştır. Evlilik doyumu puanları ile bağışlama alt boyutları olan intikam, kaçınma ve ilişki sonlandırma boyutları arasında negatif yönlü yüksek düzeyde ilişki, bulunmuştur. Bağışlama değişkeninin dindarlık ile arasında bir ilişki saptanmamıştır. Ayrıca kişilik özellikleri alt boyutlarından olan nevrotizmin, bağışlamanın tüm alt boyutlarıyla pozitif yönlü anlamlı ilişkisi olduğu ortaya konulmuştur.Altan ve Çivitci (2017), 1083 üniversite öğrencisiyle yaptıkları ve öfke ile yaşam doyumu arasındaki ilişkide affetmenin moderatör rolünü inceledikleri araştırma sonucu sürekli öfke ile yaşam doyumu arasındaki olumsuz ilişkide toplam affetme ve başkasını affetmenin düzenleyici rollerinin olduğunu saptamışlardır.SONUÇBu makale öfke duygusu ve bağışlama olgusunun literatürde var olan tanımları ve çalışmaları hakkında yapılmış bir derleme çalışmasıdır. Alanyazına bakıldığında bağışlamanın son yıllarda artarak çalışılmaya başlanılan, diğer konulara nazaran yeni bir alan olduğu söylenebilir. Çalışmada ayrıca öfke duygusunun depresyon, intihar, istismar ve saldırganlık gibi değişkenlerle yapılmış olan araştırmalara değinilmekte, olgular açısından müdahale gerektiren şiddetteki öfke duygusunun ele alınması gerekilen bir konu olduğuna inanılmaktadır. Son olarak, bağışlama ve öfke duygusunu ele alan çalışmaların azlığı göze çarpmaktadır. İki değişken arasında yapılacak olan araştırmaların, mevcut literatüre destek olacağına ve gelecek çalışmalara yol göstereceği düşünülmektedir. Ayrıca Tekinalp ve Terzi (2012), bağışlamanın bireylerde ortaya çıkardığı fiziki ve psikolojik faydalarından dolayı ruh sağlığı alanında çalışan uzmanlarca incelenmesi gereken bir konu olduğu yorumunu yapmaktadırlar. Bu anlamda, bağışlama kavramının farklı değişkenlerle ele alınması gerekilen bir olgu olduğuna inanılmaktadır.KAYNAKLARAltan, T., Çivitci, A. (2017). Öfke ve yaşam doyumu arasındaki ilişkide affetmenin düzenleyici rolü. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9 (16), 308-327.Atçeken, M. (2014). Dindarlık, evlilik doyumu ve kişilik özelliklerinin bağışlama ile ilişkisi. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.) İstanbul: Haliç Üniversitesi.Aytar, F., Tatlı, S. (2018). Bireylerin ahlaki olgunluk ve bağışlama istekliliğinin kişilik özellikleri ile ilişkisinin incelenmesi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 55, 207-223.Balkaya, F., Şahin, N. (2003). Çok Boyutlu Öfke Ölçeği. Türk Psikiyatri Dergisi, 14 (3), 192-202.Berry, J., Poortinga, Y., Breugelmans, A., Chasiotis, A., Sam, D. (2015). Kültürlerarası Psikoloji Araştırma ve Uygulamalar (3. bs.). ( Tosun, L., Çev.). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık. (Orijinal eserin yayın tarihi 2013).Bugay, A., Demir, A. (2011). Hataya ilişkin özelliklerin başkalarını affetmeyi yordaması. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 4 (35), 8-17.Çakar, U., Arbak, Y. (2004). Modern yaklaşımlar ışığında değişen duygu-zeka ilişkisi ve duygusal zeka. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6 (3), 23-48.Çoklar, I. ve Dönmez, A. (2014). Kişiler Arası İlişkilerde Bağışlama Üzerine Bir Gözden Geçirme. Nesne, 2 (4), s.33-54.Doğan, H., Üngüren, E., Algür, S. (2010). Öfke ve empati ilişkisine yönelik otel zincirinde bir araştırma. Ç.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (3), 277-298.Ekinci, S., Kural, H., Yalçınay, M. (2016). Madde Bağımlılığı Olan Hastalarda Öfke Düzeyi; Bağımlılık Profili, Depresyon ve Anksiyete Düzeyi ile İlişkisi. Bağımlılık Dergisi, 2016, 17, (1), 12-17.Gemici, M. (2018). Öfke problemi yaşayan üniversite öğrencilerinde çocukluk çağı travmalarının incelenmesi. ( Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.) İstanbul: İstanbul Gelişim Üniversitesi.Kabadayı, E., Alan, A. (2013). Duygu Tipolojilerinin Tüketici Davranışları Üzerindeki Etkisi ve Pazarlamadaki Önemi. İşletme Araştırmaları Dergisi, 5/1, 93-115.Kağıtçıbaşı, Ç. (2019). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi: Kültürel Psikolojide Kuram ve Uygulamalar (5.Basım). İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.Kesen, N., Deniz, M., Durmuşoğlu, N. (2007). Ergenlerde Saldırganlık ve Öfke Düzeyleri Arasındaki İlişki: Yetiştirme Yurtları Üzerinde Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17, 353-364.Metin. A. (2019). Yüz ifadelerindeki duygular: Derleme çalışması. OPUS– Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi , 10(17), 2027-2055.DOI: 10.26466/opus.514880Plotnik, R. (2009). Psikolojiye Giriş. ( Geniş, T., Çev.). İstanbul: Kaknüs Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi 2007).Soykan, Ç. (2003). Öfke ve öfke yönetimi. Kriz Dergisi, 11 (2), 19-27.Tatlılıoğlu, K., Karaca, M. (2013). Öfke olgusu hakkında sosyal psikolojik bir değerlendirme. The Journal of Academic Social Science Studies, 6 (6), 1101-1123.Taysi, E. (2010, Haziran). Evlilikte Bağışlama: Evlilik Uyumu ve Yüklemelerin Rolü. Türk Psikoloji Dergisi, 25 (65), 40-52.Tekinalp, B., Terzi, Ş. (2012). Terapötik Bir Araç Olarak Bağışlama: İyileştirici Etken Olarak Bağışlama Olgusunun Psikolojik Danışma Sürecinde Kullanımı. Eğitim ve Bilim, 37 (166), 14-24.Tunca, A., Durmuş, E. (2018). Üniversite öğrencilerinin algıladıkları anne baba tutumu ile bağışlama düzeylerinin ilişkisi. OPUS- Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 9 (16), 524-550.DOI: 10.26466/opus.470406Uğurlu, M. (2009). Sosyal anksiyete bozukluğu olan hastlarda öfke düzeyi ve öfke düzeyinin komorbidite ve işlevsellik üzerine etkisi. ( Yayınlanmamış Tıpta Uzmanlık Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi.Yılmaz, H. (2019). İlişki niteliği ve bağışlamanın mutluluk üzerindeki etkisi. Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8 (1), 1189-1204.