Ezgi ÖZTÜRK - Blog Yazıları

TRANS BİREYLERİN TOPLUMSAL VE İSTAHDAM ALANLARINDA KARŞILAŞTIKLARI ZORLUKLAR Türk toplumu; yaşanan coğrafyanın da etkisiyle geleneksel bir yapıya sahipken, aynı zamanda batı kültürünün etkisinde kalmıştır. Dolayısıyla bu sentezden kaynaklı bir çatışma içerisindedir.Bu çatışma da toplum içerisinde birçok dezavantajlı gruplar yaratmaktadır.Biz de toplumdaki dezavantajlı gruplardan trans bireylere ve onların problemlerine odaklandık. Bu araştırmayı yaparken trans bireylerin problemlerine dikkat çekmek ve farkındalık sağlamak amacıyla yola çıktık.Toplumun, trans bireyleri soyutlaması ya da soyutlamaya çalışması bu araştırma sırasında karşımıza çıkan problemlerin çatısını oluşturuyor. Translar, anayasal düzeyde haklara sahip olmadıkları gibi devlet tarafından da ötekileştiriliyor ve dışlanıyorlar. Cinsel kimliklerini özgürce yaşayamayan transların çok büyük bir bölümü hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan maddi kaynakları sağlayamıyor, istihdam edilmiyorlar. Buna istinaden seks işçisi olmak zorunda kalan birçok trans birey bulunmakta. En doğal haklarından eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar. Ataerkil ve muhafazakâr toplum yapısı transların hayatını ahlak dışı olarak tanımladıkları için yalnız ve izole bir hayata mahkûm kalıyorlar. Fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalarak sağlıklarını kaybetmeleri diğer bir gerçek olarak karşımıza çıkmakta. Trans bireylerin yaşadıkları problemleri umursamayan devlet ve toplum bu yarayı daha da derinleştiriyor.Araştırmamızda kartopu yöntemini kullanarak trans bireylere ulaştır. 19 kişiyle bağlantı kurup 9 kişiyle görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşmeler esnasında 642 dakika ses kaydı aldık. Bu görüşmelerin dışında da SPoD, Listag, İstanbul LGBTT gibi derneklerle, KaosGL dergisiyle temasa geçtik.TRANSSEKSÜELLİK HAKKINDA1.Transseksüellik Nedir?Doğumda anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerimizle belirlenen cinsiyetimize ‘biyolojik cinsiyet’ denmektedir. Kişi 2-3 yaşlarındayken ‘ben kızım’ ya da ‘ben oğlanım’ duygusu yani ‘cinsel kimliği’ oluşmaya başlar. İnsanların büyük bir kısmının cinsel kimliği biyolojik cinsiyetleri ile uyumlu olmasına rağmen bazı kişiler kendilerini biyolojik cinsiyetlerine değil karşı cinsiyete ait hissedebilirler (örneğin doğumunda kadın cinsel organlarına sahip bir kişinin kendisini erkek, ya da erkek organları ile doğan bir kişinin kendisini kadın olarak tanımlaması gibi…) Kişinin cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyetinin örtüşmediği bu duruma ‘tansseksüalite’ denir. Transseksüel bireyler yaşadıkları bu uyumsuzluğu giderebilmek için tıbbi (hormonal ve/veya cerrahi) müdahaleye ihtiyaç duyabilirler.2.Transseksüelliğin Tarihiİnsanlık tarihi var olduğundan bu yana, bazı insanların kendini karşı cinse ait hissettiği bilinmektedir. Ancak transseksüellik kavramını ilk olarak 1900’lü yılların başında Magnus Hirschfeld kullanmıştır. Bu durumu sadece kılık kıyafet anlamında değil, ruhsal ve bedensel olarak kendini karşı cinsin özelliklerinde hissetmek olarak tanımlamaktadır.3.İlk TransseksüellerKayıtlara geçen ve ilk transseksüel Danimarka doğumlu Einar Wegener’dir. 1882 yılında doğan Wegener 22 yaşında erkek olarak evlenir. Aynı zamanda başarılı sayılabilecek bir sanatçıdır ve eşi de kendisi gibi bir ressamdır. Eşinin durumu kabullenip benimsemesiyle gizlenme ihtiyacı hissetmemişlerdir. Kadın olarak kullandığı isim ise Lili Elbe’dir. Lili Elbe olarak beş kez ameliyat olmuş, 1931 yılında Almanya’da hayatını kaybetmiş ve bir kadın olarak gömülmüştür. Lili Elbe’nin hayatı ‘Danimarkalı Kız’ filmine de konu olmuştur.Türkiye’de ise kayıtlara geçen ilk cinsiyet ameliyatı Serbülent Sultan’a aittir. Ancak Serbülent Sultan çift cinsiyetli doğduğu için 18 yaşındayken geçirdiği ameliyatta kadın olarak yaşamına devam ederken tam anlamıyla bir cinsiyet değişimi yaşamamıştır. İlk transseksüel ise ünlü sanatçı Bülent Ersoy’dur. 1952 yılında doğan Bülent Ersoy 1981 yılında İngiltere’de geçirdiği ameliyat sonrası Türkiye’de transların bilinirliği açısından önemli bir adım olmuştur.4.Dünya’da ve Türkiye’de TransseksüellikHer konuda olduğu gibi translara bakış açısı ülkelere ve coğrafyaya göre farklılık göstermektedir. Refah seviyesi yüksek eğitimli toplumlarda transların anayasal düzeyde ve sosyal yaşamda hakları korunurken, birçok toplumda yasaklanan ve kabul görmeyen bir durumdadır. Örneğin İskandinavya ülkeleri ve Kanada, Avustralya gibi ülkeler bu konuda eşitlikçi bir yaklaşım sergilerken, Ortadoğu veya Afrika ülkeleri gibi çevre ülkelerde transfobi üst düzeydedir. Güneydoğu Asya’da; Filipinler, Tayland, Singapur gibi ülkelerde ise dünyayla kıyaslandığında yoğun bir trans nüfusu barınmaktadır. Coğrafya içerisinde durum normal karşılanmakta ancak hemen hemen bütün translar seks işçisi olarak çalışmaktadır ve bu durum adeta bir sektör haline gelmiştir.Türkiye’ye baktığımızda ise trans bireyler zorlu yaşam koşulları altında hayatını devam ettirmektedir. Eşitlikçi bir yapı söz konusu değildir, sosyal ve hukuki anlamda önlerinde birçok engel bulunmaktadır.5.Trans Haklarıİnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ” Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Şeklinde başlamaktadır. Ancak dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de translar açısından bu maddenin bir geçerliliği yoktur. Transların ayrımcılığa uğradığı bazı temel hakları sıralamak gerekirse; eğitim, sağlık, sosyal güvence, evlilik, istihdam, barınma en önemlileri olarak ortaya çıkmaktadır.BULGULAR1.TOPLUMSAL EŞİTSİZLİKTE TRANS BİREYLERToplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, cinsiyet rollerinin ‘doğal’ ve değişmez, biyolojik varlığımıza bağlı şeyler olduğu varsayımına dayanır. Bu varsayım yanlıştır, çünkü cinsiyet rolleri hem zaman içinde hem de kültürden kültüre değişirler. Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı olmaları, basitçe bir ‘farklılık’ olarak yaşanmaz, aynı zamanda, eşitsizliğin ve ayrımcılığın meşrulaştırılması da bu farklılığa dayandırılır. Farklılık, genel geçer Kadınlık ve Erkeklik kalıplarının üretilmesi ve yeniden üretilmesiyle sürdürülür, pekiştirilir. Ayrımcılık, bu kalıpların varlığını sürdüren en önemli araçlardan biridir. Bu toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik ve ayrımcılıktan toplumun en dezavantajlı gruplarından olan trans bireylerde büyük ölçüde zarar görmektedirler. Toplumun geneli tarafından kabul görülmemiş olmanın verdiği psikolojik zararın yanında birçoğu zulüm, zorbalık ve fiziksel şiddete maruz kalmışlardır. Trans bireylere karşı eşitsizliği besleyen en büyük faktör toplumsal normların yanı sıra hukuk kurallarının eşitlikçi olmayan yaklaşımlarıdır. Trans bireyleri ayrımcılıktan ve nefret suçlarından koruyacak hukuksal çerçeve birçok ülkede olmadığı gibi Türkiye’de de mevcut değildir. Bunun yanı sıra cinsel yönelimleri doğrultusunda evlenmek istedikleri cinsiyetlerle evlenmeleri hukuk kuralları gereğince mümkün değildir.1.1.ANAYASAL HAKLARDAN DIŞLANMASahip olmaları gereken anayasal haklar kanunlarca kendilerine tanınmıyor ve toplumsal hayatta ötekileştirilip ayrımcılığa uğruyorlar. Trans bireylere homojen bir grupmuş gibi davranılıp dışlanıyorlar.Yaptığımız görüşmelerde Deniz anayasal haklardan mahrum bırakılmalarını şöyle anlatıyor:Bir düşünsenize sevdiğiniz insanla istediğiniz halde evlenemediğinizi. Evliliğin gerekçesi nasıl farklı cinsiyetlerden olmak olabilir e madem gerekçeyi bu koydun o zaman neden bana ait olduğum cinsiyetin kimliğini vermekte bu kadar zorluk çıkartıyorsun.(…) Doğuştan ait olduğu cinsiyete sahip olanlar böyle bir hakka sahipken bizler neden böyle zorluklarla baş etmek zorunda bırakılıyoruz bu benimde hakkım nasıl beni bundan mahrum edebilirsin.(…) [Trans erkek]Heteroseksüel tüm bireyler evlenme hakkına sahipken LGBTİQ+ bireylere hukuken ayrımcılık yapılıyor. Homoseksüel ilişkilerin hukukta hiç yeri olmamasının yanı sıra ait oldukları cinsiyetin kimliğini almak konusun da birçok zorluk çıkartılıyor. Mesela kimliklerine sahip olabilmek için psikolog raporuna ihtiyacı olan trans bireyler senelerce hastanelerde ‘sürünüyorlar.’1.2.ÖTEKİLEŞTİRME, DIŞLANMA VE AYRIMCILIKHukuken ayrımcılığa maruz kaldıkları gibi toplumsal eşitsizliklere de maruz kalıyorlar. Aile ve çevredekilerinden gördükleri baskıların yanı sıra bir de ötekileştirilerek toplumsal hayattan dışlanıyorlar. Yener bu konuyla ilgili bizlere şunları söyledi:(…) Bir abim vardı takılıyorduk, eşi ben ve kendisi vakit geçirip bir şeyleryapıyorduk. Bana bir gün dedi ki; “Eşimle bir fantezi denemek istiyorum amayanımızda biyolojik bir erkek istemiyorum sen sonradan oldun ya ben seni eşimden kıskanmam.” Diyerek beni bu şekilde fantezileri davet ettiler. [Trans erkek, 24]Yener biyolojik olarak bir erkek olmadığı için kendini erkek olarak hissetmesine rağmen çevresinde erkek yerine konmuyor. Trans bireyler ‘sonradan bir erkek’ olduğu için diğer erkeklerden ayrı tutulup farklı şekilde muameleye maruz kalıyorlar. Homojen bir grup gözüyle bakılıp toplumsal hayatta ötekileştiriliyorlar.1.3.MUHAFAZAKÂR TOPLUM YAPISIYaşadığımız bu coğrafya ananevi olarak ataerkil bir toplum yapısına sahip. Bu toplum yapısı ülkeye yerleşmiş olan muhafazakârlıkla birleşince trans bireyler, toplum tarafından belirlenen ahlaki normlar içerisinde ahlak dışı olarak kabul ediliyorlar. Yanlış bedenlere hapsolmuş ruhlara sahip olmaları kendi suçlarıymış gibi gösteriliyor. Trans bireylere ‘kâfir’ gözüyle bakılıp, cinsiyet değiştirmeleri ‘ayıp’ olarak tanımlanıyorlar. Çağlar bize bu konuyla ilgili şunları söyledi.(…)İnsanlar yanımda dinle ilgili bir şey konuştukları zaman bana dönüp; “Sen kâfirsin anlamazsın bu konulardan zaten” gibi şeyler söylüyorlar. Sadece cinsiyet değiştirdiğim için ben artık dinden çıkmış olarak kabul ediliyorum. Anneme bile bu konudan ilk bahsettiğim zaman; “Tövbe et kızım senin yolun yol değil dön bu yoldan” demişti bana. Sonuç artık görüşmüyoruz. [Trans erkek]Muhafazakâr bir aileye sahip olan Çağlar annesinin bu gibi tepkilerinden dolayı babasına dahi açılamadan evini ve ailesini terk etmek zorunda kalanlardan sadece bir tanesi.1.4.ATAERKİL TOPLUM YAPISIBunun yanı sıra sahip olduğumuz ataerkil toplum yapısı erkeklik gibi baskın bir cinsiyetin bırakılıp ta kadınlık gibi ‘erkeğin yönettiği cinsiyete’ geçilince trans kadınlar toplum içerisinde trans erkeklerden daha fazla ayrımcılığa ve tacize maruz kalıyorlar. Trans kadınlara birer seks işçisi gözüyle bakılıyor ve ‘tek işlevleri erkeklerin fantezilerini süslemekten ibaret’ olarak algılanıyor. Emel bizlere bu konuyu şu sözleriyle anlattı:Erkeklik gibi yüksek bir mertebeyi bırakıp kadın olduğunuz zaman toplum tarafından kabullenmeniz daha zor oluyor.(…) Onlara göre bizler sadece gece saatlerinde sokağa çıkma hakkına sahibiz sabahları sokakta görünmemiz bile ayıp. Sanki birer sapıkmışız gibi yolda yürüme şeklimiz bile tahrik edici bir hareket gibi yansıtılıyor.[Trans kadın, Aktivist]Bu sebeple araştırmamız boyunca trans kadınlara ulaşmakta çok daha fazla zorlandık. Ulaşabildiğimiz trans erkek sayısı ulaşabildiğimiz trans kadın sayısının iki katı. Erkek ve kadın nüfusunun hemen hemen eşit olduğu bu ülkede-Kadınlar 49,8, erkekler 50,2- kadınlar ülkenin dezavantajlı grupları arasında yer alıyor. Bu yüzden trans kadın olan her birey trans olmanın getirdiği zorluğun yanı sıra kadın olmanın getirdiği zorluklarla da uğraşmak zorunda kalıyor.2.TRANS BİREY VE ÇALIŞMA HAYATIÇalışma hayatı, trans bireyler açısından ayrımcılığın en yoğun şekilde yaşandığı alanlardan biridir. Çünkü çalışma hakkı ve özgürlüğü, ekonomik ve sosyal haklar kapsamı içerisinde, bireyin en temel haklarındandır. Ve herkesin olduğu gibi trans bireyler de maddi refahını sağlamak için çalışmak zorundadır. Çalışma hakkı ve özgürlüğü anayasal bir hak olmasına rağmen trans bireyler açısından bu hak, halen ülkemizde mücadele edilmesi gereken bir konudur.2.1.MOBBİNGMobbing, bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması olarak tanımlanabilir. Psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir. En iyi ifade eden anlamıyla yıldırma veya iş yerinde psikolojik terör anlamlarıdır. Ülkemizde zaten kötü durumda olan çalışma koşulları trans bireyler üzerinde daha da büyük baskı yaratmaktadır. İş hayatında kendine yer bulmakta zorlanan trans bireyler çalıştıkları iş yerlerinde bir de mobbinge maruz kalıyorlar. Birçoğu bu sebepten dolayı istifa ediyor ya da etmeye zorlanıyorlar. İş başvuru, işe alınma, terfi ettirilme, işten ayrılma, vasıfsızlaştırma süreçleri de dahil olmak üzere iş hayatında her türlü transfobik ve cinsiyetçi tutumlara uğruyorlar. Masal bu konuyla ilgili bizlere şunları anlattı;Bundan önce çalıştığım yerde yaklaşık 2 senedir çalışıyordum. İşe girdiğimden bu yana birçok işin yükünü de benim omuzlarıma vermelerine rağmen ne mevkiim ne de maaşım yükselmişti. Zam istediğim zamanda ise “seni bu halinle çalıştırdığıma dua etmiyorsun da bir de utanmadan benden zam mı istiyorsun” tepkisini alınca daha fazla orda kalamazdım.(…) [Trans Kadın, Satış Danışmanı]Masalın iş yerinde uğradığı mobbingten kaynaklı olarak yeni girdiği iş yerinde kimliğini saklamak zorunda kaldı. Masal gibi daha birçok trans birey çalışma ortamında gerek iş arkadaşları gerek işverenleri gerekse müşteriler tarafından birçok defa sözlü ve fiziksel tacize aynı zamanda hakaretler ve aşağılayıcı tavırlara maruz kalmaktalar.2.2.SINIRLI ÇALIŞMA ALANLARIMobbinge maruz kalmasına rağmen hala aynı iş yerinde çalışmaya devam etmek zorunda olan birçok trans bireyde var çünkü çalışma alanlarındaki kısıtlılıktan dolayı işsiz kalmayı göze alamıyorlar. Alper bize bununla ilgili şunları söyledi:(…) Yaklaşık 3 aydır işsizim. Birçok yere başvuru yaptım çoğu reddedildi çoğuna cevap dahi gelmedi.(…) Zaten okumamış ve tam olarak kendinizi ait hissettiğiniz cinsiyetin kimliğini elinize almamışsanız başvuru yapabileceğiniz yerler ya club, bar tarzı yerlerdir ya da Beşiktaş, Taksim gibi yerlerdeki kafelerde garsonluktur.[Trans erkek, İşsiz]Trans bireylerin çalışma alanlarının kısıtlı olması ve hatta kısıtlı olan bu alanlarda da işe alınmaları için patronlarının ‘insaflarına’ kalmaları birçoğuna geçim sıkıntısı yaratıyor ya da çalışmak istemedikleri birçok işi yapmak zorunda bırakılıyorlar.SONUÇTüm bu bulgulardan da anlaşılacağı kadarıyla da trans bireyler hayatın her alanında dezavantajlı grup olarak ele alınabilir. Tüm toplumsallaşma süreçlerinde birçok sorunla karşılaşmalarına rağmen çoğu hayatını devam ettirebilmek için psikolojik şiddete göz yummak zorunda bırakılıyorlar. Fakat ülkemizde translara yapılan tüm bu davranışlar o kadar katlanılamaz seviyelere geldi ki nefret söylemleriyle birlikte trans cinayetleri de aynı oranda artış gösterdi. Toplumsal boyutta olduğu gibi hukuksal boyutta da bu cinayetler cezasız kalıyorlar. Bu araştırmamızın sonucunda trans bireylerin hayatlarının ne kadar zor olduğunu ve toplumun hayatı onlara daha da zor hale getirdiğini görünür kılmaya çalıştık.EK1.SÖZLÜKTOPLUMSAL CİNSİYET/BİYOLOJİK CİNSİYET: İki sabit toplumsal cinsiyet kimliği olduğu düşüncesinin ötesine geçmek, bazılarımız için yeni ve baş etmesi güç bir fikirken, bazılarımız için hayatın ta kendisi. “Biyolojik cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” ayrı, ancak bağlantılı kavramlardır. Biyolojik cinsiyet, genel olarak, bir insanın penis, testisler, vajina, rahim ve benzeri biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. Bunlar anatomik bakımdan bir kişiyi kadın ya da erkek olarak tanımlayan özelliklerdir. “Toplumsal cinsiyet” ya da tıpta kullanılan terimiyle “cinsellik kimliği” ise çeşitli anlamlarda kullanılır. Bazen “toplumsal cinsiyet” kavramıyla toplumsal cinsiyet rolleri ya da ifadeleri -belli bir zaman döneminde belli bir kültürde “erkeksi” ya da “kadınsı” kabul edilen davranış özellikleri- kastedilir. Bu özellikler, saç şekli ve giyim stilinden, insanların konuşma ya da duygularını ifade etme tarzlarına kadar uzanabilir. “Toplumsal cinsiyet” kavramı, toplumsal cinsiyet kimliğini -erkek, kadın ya da transseksüel olarak kendimize dair içsel algımızı- ifade etmek için de kullanılabilir.CİNSEL YÖNELİM: Belli bir cinsiyetteki bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade eder. Cinselliği oluşturan dört unsurdan biridir. Cinsellikle ilgili diğer üç unsur ise; 1-Biyolojik cinsiyet, 2-Toplumsal cinsiyet kimliği (erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyum) 3-Toplumsal cinsiyet rolü (eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyum). Tanımlanmış üç cinsel yönelim ise; -Kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, -Kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi heteroseksüellik, -Kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir. Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Bireyler davranışlarıyla cinsel yönelimlerini ifade edebilecekleri gibi etmeyebilirler de. Birey, kendi cinsel yönelimini nasıl adlandırıyorsa o esastır.KARŞIT GİYSİCİLİK-TRA(NS)VESTİZM (TRANSVESTİSM): Geçici olarak karşı cinsten biri gibi yaşamak için, o cinse ait giysilerin giyilmesi ve karşı cins gibi davranılmasıdır. Kalıcı bir cinsiyet değişikliği özlemi veya bununla ilgili hormonal/cerrahi tedavi isteği yoktur. Bu terim Avrupa’daki Crossdresser’a denk gelir ama ülkemizde daha çok transseksüellikle karıştırılmaktadır.TRAVESTİ: Daha çok dış görünüşle ve davranışlarıyla karşı cinse ait olma isteğinde olan kişi. Bu sözcük kişideki transvestizmi ifade eder. Halk arasında travesti dendiğinde daha çok kadın giyimindeki/davranışındaki erkekler akla gelse de travesti kelimesi aslında hem erkek hem de kadın için geçerlidir; yani erkek giyimindeki/davranışındaki kadınlar için de kullanılır.TRANSSEKSÜEL: Kendisini karşı cinsten biri olarak tanımlayan kişidir. Hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Kişi erkek olduğu halde kadın olmayı isteyebilir, kadın olduğu halde erkek olmayı isteyebilir. Ancak transseksüel, daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Bu yüzden transseksüel bireyleri dış görünüşlerinden belirlemek söz konusu değildir. Çünkü bireyler, kendilerini karşı cinsten hissettiklerini dış görünüşlerine her zaman yansıtmazlar. Transseksüellik cinsiyete dair kimliği ifade eder; bireylerin cinsel yönelimi ile alakası yoktur. Transseksüel bir birey, heteroseksüel, biseksüel veya eşcinsel olabilir. *Halk arasında travesti, ameliyatla kadın olmamış, yalnızca dış görünümü ve davranışlarıyla kadın kimliğine bürünenleri; transseksüel ise giyim ve davranışlardan öte ameliyatla kadın olanları tanımlamak için kullanılan yerleşmiş kelimelerdir. Oysa her iki cinsiyet için de geçerli olmak üzere, kişinin cinsiyet geçişi ameliyatı olması ya da olmaması tanımlamalarda belirleyici özellik olmamalıdır. Kişinin kendisini nasıl hissettiği üzerinden getirdiği tanımlamanın esas alınması gerekir.TRANSGENDER: Herhangi bir cerrahi müdahale geçirmiş yada geçirmemiş kadın veya erkeklerden biyolojik cinsiyetine ve görünümüne bir şekilde müdahale edenlerin tamamını kapsayacak şekilde, İngilizce bir tanımlama olup Türkçe ’deki travesti ve transseksüel tanımlamalarının ikisini de kapsar. İngilizcede LGBT kısaltmasındaki T’dir. Yurtdışında yaygın olarak kullanılmakla birlikte ülkemizde bu terim çok fazla yaygınlık kazanmamıştır.HETEROSEKSİZM: Heteroseksüelliğin yegâne cinsel yönelim olduğunu ileri süren, diğer cinsel yönelimleri yok sayan, baskılayan ya da aşağılayan ideolojidir. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir.Heteroseksizm, Gordan’ın sosyoloji sözlüğündeki tanıma göre, ‘Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği heteroseksü-elliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği homoseksüelliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada hete-11roseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen, çok çeşitli toplumsal pratikleri (dilbilimselden fiziksele kamusal ve özel alanda açık ve üstü kapalı olarak) anlatan bir terimdir. Heteroseksizm tek başına eşcinsellik karşısında konumlanan bir durum değildir.HETERONORMATİVİTE: Heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak görülmesi, toplumsal değerlerin, kuralların ve yaşam biçimlerinin herkes heteroseksüelmiş gibi kabul edilmesidir. İnsanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılmasını; cinsel ilişkilerin/evliliklerin sadece ve sadece karşı cinsiyetlere sahip kişiler arasında olabileceğini ve her cinsiyetin kendine has rolleri olduğunu iddia eden inançlar, düşünceler, normlar bütünüdür.HOMOFOBİ: Genel anlamıyla eşcinsellere ilişkin olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanır. Homofobi, kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret eder. Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin ve biseksüellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir. Homofobik ideoloji kendiliğinden 12kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyo-kültürel bağlam içinde oluşur. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizm(cinsiyetçilik) bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünür. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir uzantısıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla “insanlığın korunması ve kontrolü” için bir mekanizma haline gelir.TRANSFOBİ: Travesti ve transseksüellere yönelik önyargı ve nefreti anlatır. Biyolojik cinsiyetinden dolayı kendisinden beklenen seksüel ve toplumsal rollere uymayarak cinsiyet değiştirenlere karşı bir tür kaygı ve korku ifadesidir.KAOSGL: Kaos GL grubu kurulduğundan itibaren Kaos GL dergisini çıkarmakta olan bir LGBTİ derneğidir. . Eylül 2000 tarihinden beri de Kaos Kültür Merkezi’nde kültürel etkinlikler, toplantılar, film gösterimleri düzenlemekte olup ilk LGBT kütüphanesini de oluşturmuştur. Ayrıca sosyal hizmetlerden psikolojiye, hukuktan mülteci alanına kadar birçok konuda danışmanlık ve hizmet vermektedir. 2006 yılından beri Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşmayı organize eden Kaos GL Balkan, Kafkas ve Orta doğu ülkelerinde çalışma yürüten yerel homofobi karşıtı örgütlerin tecrübe paylaşımı ve bir arada mücadele çatısı Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ çalışmasının da kurucusu ve örgütleyicisidir.SPoD: Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneğiveya kısa adıylaSPoD, 21 Eylül 2011 tarihinden itibarenBeyoğlu'nda bulunan dernek merkezinin kurulmasıyla birlikte çalışmalarına başlamış, Türkiye'de toplumun her alanında yaşanan ve özeldecinsel yönelimvecinsiyet kimliğitemelli şiddet, baskı,sosyal dışlanmave ayrımcılığa karşı mücadele eden bir LGBT derneğidir.Dernek yeni kurulmasına karşın, Türkiye'deLGBTİQ+ bireylere yöneliknefret suçuvenefret cinayetiörneğini taşıyan birçok davanın savunuculuğunu üstlenmiştir.TRANS-X TURKEY: Trans X Türkiye, Türkiye’deki trans bireyler hakkında ve onların haklarını desteklemek için oluşturulan bir internet portalıdır. Bu portal trans bakış açısı ile geliştirilmiştir ve trans bireyler tarafından gerçekleştirilecektir.İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği, Trans X Projesi'nin ana partnerlerinden birisidir.LİSTAG: Lezbiyen Gey Biseksüel Trans İnterseks Bireylerin Aileleri ve Yakınları Derneği veya kısacaLİSTAG,LGBT bireylerin aile ve yakınlarına destek olmak için kurulmuş birdernektir.Grup düzenli olarak toplantılar yapmakta, LGBTİQ+ bireylerin yakınlarını buluşturmakta, onların ve toplumun LGBTİQ+ vehomofobikonusunda bilgilenmesi ve bilinçlenmesi yönünde faaliyetlerde bulunmaktadır.İSTANBUL LGBTT: Transların haklarını gözeten ve onlara psikolojik manevi yardım yapmayı amaçlayan trans sığınma evleri açan bir sosyal yardım derneği.HAZIRLAYANBüşra SaltanDerya ŞahinEzgi ÖztürkYusuf EnginKAYNAKÇAŞAHİN Salih, (2015) Çalışma ve Sosyal Güvenlik İçin LGBT Hakları El Kitabı, 1, Kaos GL Ankara,2015.ŞAHİN Salih, (2015) İçişleri Bakanlığı İçin LGBT Hakları El Kitabı, 1, Kaos GL Ankara,2015.YALÇIN Sezen, ŞAPKA Deniz, AKIN Mehmet, EKİNCİ Sultan, (2014), Yerel Siyasette LGBTİ Hakları, Cansu Atlay, 1, SPoD, İstanbul, 2014.KARSAY Dodo, (2015), Trans Aktivistler İçin BM Savunuculuğu El Kitabı, Emirhan Deniz Çelebi, 1, Ayrıntı Basım Evi, Ankara, 2017.http://www.kaosgldernegi.org/belge.php?id=sozlukhttp://2015.ses.org.tr/wp-content/uploads/ses_lgbti.pdfhttps://www.evrensel.net/haber/254155/calisma-hayatinda-lgbti-gerceginin-farkina-varmakhttp://www.spod.org.tr/turkce/biz-kimiz/http://www.istanbullgbti.org/lgbtt/https://listag.org/[1] Mahlas kullanılmıştır.Devamını oku

Yayınlanma: 24.02.2022 12:24

Son Güncelleme: 07.07.2022 11:02

Günümüz toplumunda, yapılan araştırmalara göre, her 100 kişiden 1’i psikolojik yabancılaşma olarak da bilinen depersonalizasyon ve derealizasyon bozukluğunu yaşamaktadır. Bu kadar sık yaşanmasına rağmen toplum arasında çok da bilinen bir bozukluk değildir. Peki nedir bu depersonalizasyon ve derealizasyon? Depersanolizasyon, bireyin kendine yabancılaşması ve kendinden kopuk hissetme durumudur. Derealizasyon ise bireyin çevresine yabancılaşma, çevresine kopuk hissetme durumudur. Kişi içinde bulunduğu gerçekliğe karşı yabancılaşma hissetmeye ve kopmaya başlar. Bu iki durum birlikte gözükebildiği gibi tek başına da gözlemlenebilir. Kısaca DPDR bozukluğu olarak da tanımlanan bu bozukluk çoğu zaman farklı hastalıklarla karıştırılabilir. DPDR yaşayan insanlar kendilerini bir kurgunun içinde yaşıyormuş gibi hissederler. Aynaya baktıkları zaman sanki farklı bir boyuttan kendilerini izliyormuş gibi olur ve ayna da bir yabancı varmış gibi görürler. Bedenleri hem onlarındır hem de değildir. Kendi düşünceleri ve bedenlerine dışarıdan bir gözlemci gibi bakmaya başlarlar. Bütün bir gün boyunca bu şekilde hissedenlerin yanı sıra ani gelen düşünceler şeklinde de kendini gösterebilir. Örneğin; kişi arkadaşlarıyla bir kafede otururken ve hiçbir şey yokken birden etrafındaki her şeyin bir kurgu olduğu fikri, sanki bir film setindeymiş gibi düşünceler aklını sarabilir ya da evde ailesiyle konuşurken birden bütün ailesine ve kendine yabancılaşıp neden o odada bulunduğunu sorgulamaya başlayabilir. Bu durumdan muzdarip kişiler içinde yaşadıkları dünyayı gerçeküstü bir kurguymuş gibi hissederler. Neden orada olduklarını, bu dünyadaki amaçlarını sorgulamaya başlayıp varoluşsal sancılar yaşarlar. Kendi düşünceleri, eylemleri ve kararları üzerinde kontrol kaybı yaşarlar. DPDR, komorbid olarak en sık anksiyete ve panik bozukluğa eşlik eder. Çünkü aslında DPDR bir tür savunma mekanizmasıdır ve bir semptomdur. Kişi yaşadığı yoğun kaygılarla baş edemediği durumlarda bilinçsizce kendine ve dünyaya yabancılaşmaya başlar. Freud şöyle der; “Ego öncelikle bir beden egosudur.”, yaşanan yoğun ve derin kaygılar bu egoya zarar verir ve ortaya DPDR çıkar. Bazı durumlarda, bireyler kendi düşüncelerini kendilerininmiş gibi kabul edemeyebilir. DPDR'li hastaların üçte biri ila yarısı aynı zamanda iç sesler de duyar. Ek olarak, bazı kişiler konsantrasyon güçlüğü ve hafızayı geri getirme ile ilgili sorunlar yaşarlar. Bu bireyler bazen bir anıyı hatırlayabildikleri, ancak onu kişisel olarak deneyimlememiş gibi hissettiği bir anı "duygusundan" yoksundur. Bir kişinin kimliğinin ve bilincinin özüne vuran bu deneyimler, kişinin tedirgin veya endişeli hissetmesine neden olabilir.Bozukluğun yarattığı iç kargaşa dadepresyonaneden olabilir. DPDR’nin nedenleri arasında travmatik deneyimlerin yanı sıra bozukluğun diğer yaygın tetikleyicileri arasında şiddetlistres,majör depresif bozukluk,panik ataklarve psikoaktif maddeler bulunur. Oldukçabireyselkültürlerde yaşayan insanlar, örneğin ABD, tehdide aşırı duyarlılık ve harici bir kontrol odağı nedeniyle bu bozukluğa karşı daha savunmasız olabilir. İnsanlar hayatlarının bazı bölümlerinde DPDR’ ye benzer durumlar yaşayabilir fakat buna bir bozukluk denmesi için bunun yoğunluğu ve kendini gösterim şekli önemlidir. Bazı DPDR bozukluğuna sahip bireyler psikoz belirtileri gibi belirtiler gösterebilir. Gaipten sesler duyar, zaman kavramını yitirir ve beden dışı deneyimler yaşamaya başlar. Bu rahatsızlığın derecesine göre değişir. Bazı kişilerde sadece belirli stres kaynağına tepki olarak da bu durum ortaya çıkabilir ve sadece DPDR’ yi dönemsel olarak yaşayabilir. Burada önemli olan rahatsızlık şiddetini arttırmadan erken teşhis konulabilmesidir. Teknolojideki hızlı büyümeyle birlikte ‘sanal gerçeklik’de bir o kadar gelişti. Yapılan araştırmalarla birlikte sanal gerçeklikle çok fazla haşır neşir olan bireylerin DPDR’ye daha eğilimli olduğunu ortaya konulmuştur. Çünkü onlar için gerçeklikten kopma aslında bir tuş kadar yakınlarındadır. Zaten sanal gerçeklikle çok fazla zaman geçirmede bir tür anksiyeteyi bastırma aracı olabilir. Gün aşırı saatlerce oynanan oyunlar, aslına bakacak olursak bir tür teknoloji vasıtasıyla yaşanan bir DPDR durumudur. Yine burada söz konusu olan amaç, kaygıları, istenmeyen düşünceleri, anksiyeteyi bastırmaktır. Yani bir tür kaçış. Yine aynı örneği sosyal medya içinde verebilmek mümkün. Türkiye’de sosyal medyada geçirilen saat kişi aşı ortalama 2 saat 57 dakikadır. Yani yaklaşık 3 saat boyunca kendi gerçekliğimizden kaçtığımızı söyleyebiliriz. Elbette ki bu sosyal medyada zaman geçiren, telefonda ya da bilgisayarlarda oyunlar oynayan herkesin DPDR bozukluğu ya da anksiyete bozukluğu yaşadığını söylemek yanlış olacaktır. Burada önemli olan, bunun için ne kadar zaman harcadığınız ya da ne denli bağımlı olduğunuzdur. DPDR yaşadığınız bir anda, gerçeklikten kopuş sırasında önemli olan ilk şey farkındalıktır. O an yaşadığınız şeyin ne olduğunu bilmeniz ve ardından diğer adımları takip etmeniz sizi gerçekliğe daha kolay döndürecektir;Kendinize çimdik atın ve ne kadar gerçek olduğunuzun farkına varın.Soğuk ya da sıcak herhangi bir şeye dokunun ve ısı farkı odak noktanız olsun.Odada bulunan herhangi bir şeyi sayın. Nesneleri tanımlamaya gayret edin.Bir nesneye odaklanın ve bu nesnenin tam olarak ne olduğunu kendinize anlatın. Bu nesne hakkında neler bildiğinizi sıralayın.Mutlaka duyularınızı kullanmaya çalışın.Her şeyden önemlisi yaşadığınız şeyin aslında bir semptom olduğunu unutmayın. Bu maddeler o an sizin gerçekliğe dönmenize faydalı olacaktır yani aslında sadece o anınızı kurtaracaktır. DPDR’ nin kesin çözümü için altında yatan asıl sebep ortaya çıkarılmalıdır. ‘Nasıl bir yaşanmışlık DPDR’ ye sebep oldu?’‘Hangi türden kaygılar, düşünceler DPDR yaşamana sebep oluyor?’‘Gerçeklikte seni bu kadar korkutan, kaygılandıran şey ne ki ondan kaçmaya, kopmaya çalışıyorsun?’Bu gibi soruları kendinize sorabilirsiniz? Elbette ki bu sorulara tek başınıza cevap vermek ve sizde kaygı yaratan asıl şeyi keşfetmek ve onu çözmek bir uzman olmadan çok zor olacaktır. Bu yüzden siz de DPDR yaşadığınızı düşünüyorsanız, gerçeklikten kaçmaya meyilliyseniz çok geç olmadan bir uzmandan yardım almalısınız. **************Bu konuyla ilgili;Film Önerisi: La MoustacheKitap Önerisi: Franz Kafka- DönüşümDevamını oku

Yayınlanma: 08.02.2022 16:17

Son Güncelleme: 07.07.2022 11:02

Utangaçlık kişinin belirli durumlarda kendini tuhaf ve endişeli hissetmesidir. Utangaçlık aslında korkuya verilen bir tepkidir, araştırmalar gösteriyor ki ebeveyn tutumlarının ve yaşam deneyimlerinin utangaçlık üzerinde etkisi oldukça büyüktür.Utangaç insanlar toplum tarafından her ne kadar içine dönük olarak adlandırılsa da utangaçlık, içe dönüklükten çok daha farklıdır. İçine dönük insanlar yalnız kaldıkları zamanlarda enerjik hissederler, toplum içinde değil yalnız daha verimli ve keyifli vakit geçirirler, onlar için yalnızlık bir seçimdir ve böyle daha mutlu olurlar; utangaç insanlar ise umutsuzca başkalarıyla iletişim kurmak ister, ancak insanlarla etkileşime girme ile gelen kaygıyı nasıl tolere edeceklerini bilemezler. Kendi davranışlarını ve algılanan eksiklikleri gözlemlemek için içe dönme eğilimleri de yeni ilişkiler geliştirmelerini engelleyebilir.Çocuğun büyürken bakım verenleri tarafından yetiştirilme şekli utangaçlık üzerine belirli bir faktör olmasının yanı sıra çocuğun doğduğu kültür ortamı da bu utangaçlık üzerinde etkilidir. Örneğin, batı kültürüyle yetişmiş ve aile bağlarının doğu kültürüne göre daha esnek olduğu daha bağımsız bireylerin yetiştirildiği kültürlerde, kişilerde utangaçlık özelliğine daha az rastlanabilir. Fakat doğu kültürüyle yetişmiş, aile bağlarının daha sıkı olduğu, çocuğun ailesiyle bağımlılığının yüksek olduğu kültürlerde utangaçlık kendini daha sık gösterebilir. Bireyin toplum için yaşadığı ülkelerde utangaçlık daha yaygındır çünkü bu kültürlerde kişiye göre toplumun görüşü önemlidir. Kısacası utangaçlık ailemizin ve kültürümüzün bize öğrettiği bir özelliktir.Örneğin topluluğun önünde konuşmak çoğu kişinin utanmasına sebep olur ya da yeni bir ortama girmek, yeni arkadaşlar edinmek. Kişi aslında tüm bunları yapabilmek ister ama alacağı tepkilerden, göreceği muameleden çekinir ve bununla ilgili kaygı duyar. Zamanla bu durum kişinin hayatında ki her alanına yayılmaya başlayabilir.Peki utangaçlık bir kişilik özelliği midir?Utangaçlığı tetikleyen bazı kişilik özellikleri var: Düşük öz bilinç, olumsuz öz meşguliyet, düşük benlik algısı, reddedilmekten ve yargılanmaktan korkma. Utangaç insanlar çoğu zaman kendilerini veya yaşadıklarını gerçekçi olmayan olaylarla karşılaştırır ve bunu yaşayacaklarından korkarlar. Birçoğu, sürekli çevrelerinin onlar hakkında kötü yargılar taşıdığına inanır. Bu nedenle insanlardan uzaklaşır ve sosyal becerileri düşer.Utangaçlık, sinyallerini kişinin hayatındaki ilk senelerde verir. Ancak bu öyle kalacakları anlamına gelmez. Birçok çocuk utangaçlığı aşabildiği gibi yetiştirilme tarzına bağlı olarak birçoğu da utangaç hale gelmektedir. Çocuğunun üzerine fazla titreyen ailelerin çocuklarında utangaçlık ve sosyal anksiyete daha çok ortaya çıkar. Utangaçlık durumu çekingen kişilik bozukluğu gösteren insanlarda da sıkça görülür fakat utangaç olan her insan için çekingen kişilik bozukluğu olduğu söylenemez. Geçmişinde yaşadığı bir durum, maruz kaldığı muamele ya da bastırılarak yetiştirilmiş bir insan utangaçlık gösterebilir.Utangaçlığın Üstesinden Gelebilir miyiz?Pek çok insan hayatın bir noktasında utangaçlığı tecrübe eder, ancak bazıları için utangaçlık kişisel ve profesyonel hedeflerin bile önüne geçebilen ciddi bir rahatsızlıktır. Birçok kişi utangaçlığın üstesinden gelmektedir. Uzmanlara göre bunun ilk adımı utangaçlığın farkında olmaktır.- Probleminizi sürekli konuşun; Araştırmalar utangaçlığı yenmek için bol bol konuşmanın çok etkili olduğunu ortaya koymuştur. Yakın çevrenizdeki insanlarla utangaç olduğunuz konular hakkında bol bol konuşmaya çalışın. Fakat aynı zamanda bu konuların abartılmayacak önemsiz konular olduğunu düşünmeye çalışın. Örneğin yeni ortamlara dahil olmak, sosyalleşmek utangaçlığa itiyorsa, çekinmeyin. Arkadaşlarınızla, sevdiklerinizle bol bol bu ortamlara girin. Gerçekten isterseniz, utangaçlığı yenmeye başladınız demektir.- İç sesinizi yumuşatın; Utangaç insanlar kendilerini acımasızca eleştirirler ve iç sesleri de çoğunlukla çok serttir. Diğer insanlara asla söylemeyecekleri şeyleri kendilerine söylerler. Kendinizi acımasızca eleştirdiğinizde başkalarının da sizi aynı şekilde eleştireceğini düşünürsünüz. Eleştirici iç sesiniz huzurunuza ve özgüveninize zarar verir. Eleştirilerden kurtulmanın en iyi yolu, en iyi arkadaşınızmış gibi konuşan bir iç sese sahip olmaktır. Kendinizle daha kibar şekilde konuşmayı öğrenmeniz diğer sosyal ortamların üzerinizdeki baskısını azaltır.-İyi gideceğine inanın; Utangaçlar diğer insanların onları olumsuz değerlendireceğinden ve her şeyin yanlış gideceğinden korkarlar. Bununla başa çıkmanın ilk adımı elbette her şeyin kötüye gideceğine değil iyiye gideceğine inanmaktır. Eğer ayaküstü bir konuşmadan korkuyorsanız, öncesinde kendinize farklı konulara yönelik birkaç soru sorun. Kendinizle ve hayatınızla ilgili neleri paylaşabileceğinizi değerlendirin. Ayrıca kendinize bir çıkış kapısı hazırlayın; işler kötüye gittiğinde uzaklaşabileceğinizi bilmek sizi rahatlatacaktır.- Diğerleri hakkında meraklı olun; Diğer insanlarla konuşurken kendinize değil de onlara odaklanırsanız daha rahat hissedersiniz. Diğerlerine odaklanın ve onları merak edin. Onlar kim ve neden oradalar? Nelerden hoşlanıyorlar? Hobileri neler? Meraklı olmak insanlarla sohbeti devam ettirmede yardımcı olur ve kendinizi rahat hissetmenizi sağlar.- Kendinize bir rol biçin; Pek çok utangaç insan aslında iş hayatlarında son derece başarılı ve iş yerinde çok rahat insanlar olmasına rağmen ancak işlerinin dışına çıktıklarında özgüvenlerini kaybederler. Rol yapmak nasıl davranmanız gerektiği hakkında size amaç ve fikir verir. Nasıl hissetmek istiyorsanız diğerlerine aynı şekilde hissettirecek bir role bürünün.Kişiler sosyal durumları engellemek yerine aktivitelere katılmalıdır ve sosyal becerilerini geliştirmek için alan oluşturmalıdır. Kişi bu becerileri geliştirmek için uğraşırken mümkün olduğunca pozitif sonuçlara odaklanmalıdır. ‘’Ya rezil olursam?’’ düşüncesi utangaçlığın başlıca sebeplerinden biridir, üstelik kişi çoğu zaman rezil olmaz. Kişinin yetiştirilme tarzı ya da hayatında yaşadığı bazı olumsuz deneyimler bu düşünceleri tetikler. Bu yüzden kendimize bunu yenmek için fırsat tanımamız gerekir. Elbette ne yaparsa yapsın bu utangaçlığı atamayan kişiler, psikolog yardımı almaktadır. Psikolog sayesinde utangaçlığın temeli bulunup, kişinin topluma karışması sağlanır. Utangaçlık kişinin sosyal, mesleki ve özel hayatını oldukça olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle kişinin bunu aşması kişi için çok faydalı olacaktır.Devamını oku

Yayınlanma: 07.02.2022 17:26

Son Güncelleme: 07.07.2022 11:01

Herkes tıpkı çocuklukta olduğu gibi yetişkinlikte de sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyar. Sevgi, insan davranışlarında önemli bir yer tutar. Fakat sıklıkla unutulan şey, herkesin sevgisini farklı şekillerde gösterdiğidir. Ayrıca herkesin sevildiğini anlama yolu da farklıdır. Her ilişkinin kendine ait bir normu, sevgiyi yaşama ve gösterme şekli vardır.Her ne kadar sosyal medya bizlere, ‘olması gereken ilişki şeklini’ dayatmaya çalışsa da aslında partnerler ilişkilerine ait olan sevgiyi yaşama şeklini ve sevgi dilini anlamaya çalışmalıdır. İlişkilerde yaşanan en büyük sorunlardan biri de budur. Birbirlerinin sevgi dillerini anlamakta zorluk çekerler. Karşı taraftan ‘olması gerekeni’ beklemeye başlarlar. Bu beklentilerin karşılanmadığı durumlarda da ilişki içinde tartışmalar ve anlaşmazlıklar oluşur. Sık sık partnerinin sevgi dilini anlamaya, öğrenmeye çalışmak yerine kendi birincil sevgi diliyle sevgisini gösterir ve aynısını karşısından bekler. Fakat sağlıklı bir ilişki için öncellikle partnerinizin ve kendinizin sevgi dillerini anlamalı ardından da partnerinizin birincil sevgi dilini konuşmayı öğrenmelisiniz.Evlilik terapisti Gary Chapman’a göre 5 farklı sevgi dili vardır; 1)Onay Sözleri:Sevgiyi göstermenin yollarından biri de onay sözleridir. Onay sözleri; övgü verme, cesaretlendirme ve ricaları içerir. Birincil sevgi dili onay sözleri olan kişiler, sözlü iltifatlar veya takdir sözleri duyarak sevildiklerini hissederler.Sözlü iltifatlarınızı ve takdir sözlerinizi duyduklarında, istediğiniz her neyse yapmak için güdülenirler. Kendisini güvensiz hissettiği alanlardaki gizli potansiyelini çıkarmak için sizincesaret verici sözlerinizibeklerler. Taleplerden çok iltifatlar, cesaret verici sözler ve ricalarla partnerinizin öz değerini onaylar, yakınlık yaratır, yaralarını tamir edebilirsiniz. Sevgiyidürüst ve sevecen bir tavırdaifade etmek önemlidir. Partneriniz genellikle sesinizin tonuna yüklenmiş mesajı yorumlayacaktır, kullandığınız kelimeleri değil.Partnerinizden birtakım şeylertalepettiğinizde siz ebeveyn o da çocuk olursunuz. Arzularınızı ifade ettiğiniz yol talepkar olursa, onu kendinizden uzaklaştırabilirsiniz. Ondan birricada bulunduğunuzda onun değerini ve yeteneklerini onaylarsınız. Onun sizin için anlamlı ve değerli bir şey yapabileceğini ve böyle bir şeye sahip olduğunu belirtmiş olursunuz. Bir rica, seçim unsurunu ortaya koyar. Rica edin çünkü sevgi daima bir seçimdir.Son hafta boyunca partnerinizle ilişkinizi bir gözleyin. Partnerinizin size yaptığı bir övgüyü düşünün. Ne dedi? Siz ne yaptınız? Cevap olarak ne dediniz? Sesiniz sertleşti mi? Tutumunuz alaycı veya bakış açınız yargılayıcı oldu mu? Esas olarak partnerinizin olumsuz bulduğunuz davranışlarına mı odaklandınız? Partnerinize bu yakınlarda nasıl bir övgü, onay, destek sözcüğü kullandınız? Ona nasıl övgü verebilirsiniz? Düşünün. Partnerinizin iyi yanları neler? Liste yapın. Bu yanlarını beğendiğinizi ona nasıl söyleyebilirsiniz?Teşekkür etmek önemli bir cesaretlendirmedir, cesaretlendirilen davranışı arttırır. Bazı cesaretlendirmeler sözlü olarak değil, bir bakış veya hareketlerle de belirtilebilir.2)Nitelikli Beraberlik:Birlikte zaman geçirmekten hoşlandığınız birini düşünün. O kişiyle birlikteyken neler yapıyor, birlikte ne yapmaktan hoşlanıyorsunuz?Nitelikli beraberlik, bir kişi ile özel olarak zaman geçirip o kişiyle geçirdiğiniz zamanı keyif verici kılmak demektir.Birincil sevgi dili nitelikli beraberlik olanlar için öncelik birlikteliktir. Bu, birlikte bir şeyler yapıyoruz ve o anda tüm dikkatimizi bir diğerimize veriyoruz demektir. Ortak bir uğraşta birlikte zaman geçirmek, birbirinize önem verdiğinizi, birbirinizle olmaktan zevk aldığınızı, birlikte bir şeyler yapmaktan hoşlandığınızı ifade eder. Örneğin; “İş çıkışı birlikte kahve içelim” demek bir nitelikli beraberlik isteğinin ifadesi olabilir. “İşim çok yorucu” demek partnerinizle nitelikli beraberlik yaşamamak için bir bahane olabilir. Maddi olarak sunulanlar, yakınlığın yerini tutmaz.İki birey, deneyimlerini, düşüncelerini, duygularını ve arzularını dostça ve rahatsız edilmeyecekleri bir ortamda paylaşırlar.Biri, diğerinin söyleyeceklerini anlayışla dinler, samimi bir şekilde sorular sorar.Tavsiyede bulunmayı, ancak talep edildiği zaman yapmalıyız.Nitelikli sohbet, yalnızca anlayarak dinlemeyi değil, aynı zamanda kendini açıklamayı da gerektirir.Eğer bir kadın ya da erkeğin birincil sevgi dili nitelikli beraberlik ve sohbet ise, onun ihtiyacı olan şey partnerinin düşünce ve duygularını anlatmasıdır.Eğer ilişkinizin ihtiyacı olan sevgi dili nitelikli beraberlikse kendinize şu soruları sorun;Partnerinizle mutlu bir anınız ne?Ne olmuştu?Partnerinizle neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz? Neler yapabilmeyi isterdiniz?Partneriniz sizinle neler yapmaktan hoşlanıyor? O sizinle neler yapabilmeyi isterdi?Partnerinizle baş başa iken neler anlatırsınız? O neler anlatır?Sadece ikiniz neler yapabilirsiniz?3)Armağan Alma:Armağanlar sevginin görsel sembolleridir. İster satın alınsın ister siz yapın armağanlar sevginin görünen, elle tutulan bir ifadesidir. Armağanın değerini ise görenin gözü belirler.Semboller duygusal değer taşırlar. Görsel semboller ise bazı insanlar için diğerlerinden daha önemlidir. Kimisi düğünden sonra nikah yüzüğünü asla çıkarmaz. Başkaları ise o yüzüğü hiç takmaz. Eğer armağan alma partneriniz ya da sizin birincil sevgi dilinizse, size verilen armağana büyük değer verir ve onu büyük bir gururla taşırsınız. Ayrıca yıllar geçtikçe verilen diğer armağanları da sevginin ifadeleri olarak görürsünüz. Görsel semboller olarak hediyeler olmaksızın, karşınızdakinin sevgisini sorgulayabilirsiniz.Partneriniz size ihtiyaç duyduğunda onun yanında olmak, birincil sevgi dili armağan almak olan birisi için çok fazla şey demektir.Sevgi dili armağan alma olan bir ilişkide olduğunuzu anlamak için şu soruları sorabilirsiniz;Armağan aldığınızda neler hissediyorsunuz? Partnerinize ne gibi armağanlar verdiniz? Nasıl karşıladı? Partneriniz size ne gibi armağanlar verdi? Siz nasıl karşıladınız?Partnerinize bu kış/yaz nasıl bir armağan verebilirsiniz?4)Hizmet Davranışları:Partnerinizin sık sık sizin için bir şey yapmadığından şikâyet eder misiniz? Örneğin benim içi… yapmıyor, benimle gezmeye gitmiyor gibi. Partnerinizin sizin için bir şey yapmamasını eleştirmek, hizmet davranışlarının birincil sevgi diliniz olduğunun bir işareti olabilir. Hizmet davranışı, karşımızdaki kişi için bir şey yapmak anlamına gelir. Ona bir şey pişirmek, onu gezdirmek, ona bir konuda yardımcı olmak, onunla okula, hastaneye gitmek, hasta iken bakmak gibi... Birincil sevgi dili hizmet davranışı olanlar, partnerinin yapmasından hoşlandığı şeyleri yaparlar.Ona hizmet ederek onu memnun etmeye, onun için bir şeyler yaparak ona sevgilerini ifade etmeye çalışırlar.Korkudan, suçluluktan ve içerlemeden dolayı yapılan hizmet davranışları sevgi ifadesi değildir. Hizmet davranışları hiçbir zaman zorlanmamalı, özgürce yapılmalı ve kabul edilmelidir.Partneriniz sizden ona ne gibi şeyler yapmanızı bekler? Siz ondan sizin için ne yapmasını beklersiniz? Özel olarak hoşlanmadığınız fakat yapılmasından partnerinizin hoşlanacağını bildiğiniz üç basit, iş seçip. Bunları o istemeden yaparak partnerinizi şaşırtabilirsiniz.5)Fiziksel Temas:Fiziksel temas sadece cinsel ilişki sırasında olmaz: Bir omuza dokunma, elini tutma, yanağına öpücük de fiziksel temas anlamına gelebilir. Fiziksel temas, birliktelikteki sevgiyi iletmek için güçlü bir araçtır. Fiziksel temas bazı insanların birincil sevgi dilidir. O olmadan sevildiklerini hissetmezler. Fiziksel temas sayesinde partnerinin sevgisi konusunda kendilerini güvende hissederler.Bir ilişkiyi yaratan da bozan da fiziksel temastır. Birincil sevgi dili fiziksel temas olan birisi için bu mesaj ‘Senden nefret ediyorum’ veya ‘Seni seviyorum’ sözlerinden çok daha etkili olacaktır. Burada önemli olan partnerinizin hoşlandıklarını keşfetmektir. Partneriniz bazı dokunuşları rahatsız edici bulabilir. Bu dokunuşları sürdürmekte ısrar etmek sevginin tersini iletmektir.Eğer partnerinizin birinci sevgi dili fiziksel temas ise hiçbir şey ağladığı zaman onu kucaklamanızdan, ihtiyacı olduğunu hissettiğiniz de küçük bir dokunuştan daha önemli olamaz. Krizler sevgiyi ifade etmek için eşsiz birer fırsata dönüştürebilir. Fiziksel temas ek olarak ilişkinize güç katacaktır.Herkes bu beş sevgi dilini zaman zaman kullanır ama bazı sevgi dilleri bizim baskın dilimizdir. Bazı zamanlarda da bazı sevgi dillerine daha çok ihtiyaç duyarız. Sevgimizi ifade ederken ya da başkalarının sevgisini alırken bu dillerden birini kullanırız. Önemli olan sizin ve partnerinizin hangi sevgi diline ihtiyaç duyduğunu anlayabilmektir.Küçük bir not:Etkin Rica Yöntemi; Rica etmek ne demektir? Rica etme ile emir verme veya azarlama arasındaki fark ne? Genelde hiç tanımadığımız ya da daha az samimi olduğumuz insanlardan bir ricada bulunacağımız zaman yakın olduğumuz insanlardan daha nazik davranırız. Partnerimizden ya da ailemizden bir şey rica edeceğimiz zaman daha rahat ve bazen emri vaki konuşmalar yaparken buluruz kendimizi. Peki sizce yakın olduğunuz insanlara aynı nezaketi gösterebilseydik neler olurdu?Rica etme formülü;İhtiyacın açıklanması + isteğin belirtilmesi(“Lütfen” le birlikte olursa daha etkili olabilir) + teşekkür ifadesi (Ayrıca rica ederken, bir kişiden ne yapmamasını değil ne yapmasını istediğinizi belirtmek daha etkilidir.)Örneğin, Geç kalma yerine akşam saat 11’den önce eve geçebilir misin, bana bağırma yerine benimle bu şekilde konuşman beni üzüyor, lütfen daha alçak bir sesle konuşabilir misin gibi…Devamını oku

Yayınlanma: 04.02.2022 18:21

Son Güncelleme: 07.07.2022 11:01